| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Ulu Hakan-Kızıl Sultan
"Eğer minarelerde ezanın devamını, İstanbul'un ebedi başkent kalmasını, devletin ilelebed devamını arzu ediyorsak, efkâr-ı umumiyyeyi bu noktada cem etmek zaruridir." Bunlar, Osmanlılar'ın Ermeni meselesinde Devlet-i Aliye'ye karşı bir taraf olan Fransız tarihçi Albert Vandal'ın taktığı ve sonradan başta bizim ittihatçıların benimsediği Kızıl Sultan lakabıyla tanınan II. Abdülhamid'in sözleri. II. Abdülhamid, ülkenin kötü gidişatı karşısında oluşturulacak politikaların arkasında, bundan böyle sadece padişahın fermanının kudretinin değil, tüm kamuoyunun desteğinin bulunması gerektiğini işte bu sözlerle ifade etmiş. O tarihlere bir baktığımız zaman, bugün Türkiye'de yaşadığımız birçok defacto olgunun temellerinin o dönemlerde atıldığını görürüz. II. Abdülhamid'in saltanatı dönemi, gerek dış politika sahasında, gerekse iç politika sathında, klasik saltanat merkezli idari siyaset oluşturma mekanizması dağılmış, sultanın aldığı kararları eleştiren ve uygulanmaya çalışılan politikaları bozabilen yeni güç odaklarının gün yüzüne çıktığına şahit olmuştu. Bundan böyle sultan artık kafasında tasarladığı siyaseti, bu tip odaklardan bağımsız bir şekilde uygulaması imkansız olmuştur. Bu gerçeğin çok iyi farkına varan II. Abdülhamid'in yukarıda alıntıladığımız sözleri, devletin âli menfaatlerinin artık sadece saray içi düzenlemelerle sağlanamayacağı, kamuoyunu yönlendirmeyen ve desteğini alamayan hiç bir politikanın amacına ulaşamayacağını söyleyen reel politik bir vakıanın ifadesidir. Dışarıda, yine Abdülhamid'in sözleriyle, "Dünyada yalnızız. Düşman vardır, fakat dost yoktur. Sâlip her zaman müttefik bulabilmekte, fakat hilal her zaman yalnız kalmaktadır. Osmanlı Devleti'nden menfaat bekleyenler ona dost görünmekte, fakat umduğunu bulamadığı zaman her zaman hemen düşman kesilmektedir." Osmanlı sultanının dış siyaset sahasında bundan böyle bir taraftan muhtelif güçleri kollayarak, iki uçlu siyasetten ziyade çok yönlü bir politika gütmesi, diğer taraftan da sâlibe karşı hilali toparlayıcı ve İslâm ülkelerinde kamuoyu oluşturucu bir siyaset tesis etmesi gerekmektedir. Diğer yandan, iç siyaset sathında artık kamuoyu oldukça bilinçlenmiş, basın giderek güçlenmiş, kimi Batı kültürüyle, kimi İslâm geleneğiyle sulanmış olan aydınlar cephesi, yaşanan her gelişmeyi takip eden ve yoğun bir eleştiri bombardımanına tutan bir güç olarak ortaya çıkmıştı. Dahası, devletin bürokrasi kalemi ile askeriye artık açıkça siyasete karışmaya başlamış, bugün bizim en büyük meselelerimizden biri olan ordunun siyasete müdahaleleri geleneğinin temelleri ta o zamanlarda atılmıştı. İrtica denen saçmalık, Türk siyaset geleneğine bir şamar oğlanı olarak daha o zamanlarda dahil edilmiş, siyasetle uğraşanların bundan böyle yaftalanmamak için göz altında tutması gerekeceği bir "tehlike" haline getirilmiştir. Türk tarihinin bu önemli dönemi, bu kadar zaman sonra dahi, bir türlü doğru düzgün tahlil edilememekte, II. Abdülhamid hakkında uzmanlık taslayanlardan hemen hemen hepsi, üzerinde çalıştığı bu Osmanlı halifesini ya Kızıl Sultan gözlüğünden eleştirmekte ya da Ulu Hakan zirvesine çıkarmaktadır. Oysa II. Abdülhamid'in kanaatimizce dirayetli politikalarını ve dönemini doğru bir şekilde tahlili, bugünün Türkiye'sine çok şey kazandıracaktır. Gelecek hafta Fırat Kültür Merkezi'nde 6 Şubat Pazar günü II. Abdülhamid hakkında oldukça ufuk açıcı bir konferans yapılacağı haberini aldım. Ekmeleddin İhsanoğlu, Ahmet Akgündüz, Abdülkadir Özcan, İlber Ortaylı ve Cezmi Eraslan gibi konusuna hakim bilim adamlarının II. Abdülhamid hakkındaki görüşlerini serdedeceği konferans, eminim takip edenler için oldukça faydalı olacaktır. Kızıl Sultan-Ulu Hakan ikilemini aşmadan bugünün Türkiye'sini anlamamız mümkün değildir.
mutku@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|