| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Söz kahvaltıdan açılmışken
Devletin kahvaltı etmediğini dile getirdikten sonra kahvaltının devletlû bir şey olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Kahvaltı kelimesinin dilimizde bir asırdan daha uzun bir geçmişi yok. Türkler daha önceleri kahvaltı nedir bilmezlerdi. Bildikleri sabah çorbasından ibaretti. Çok daha önce onu bile bilmedikleri anlaşılıyor. Çorba kelimesi dilimizde Arapça şurbe'nin galat-ı meşhûru olarak kalmıştır. Gün gelmiş, devran dönmüş keyiflerine düşkün saraylılar günün ilk kahvesini aç karnına höpürdetmektense önceden bir iki şey atıştırmayı gerekli saymışlar. İşte o zaman kahve-altı doğmuş. Nasıl Karaca oğlanın a'sı düştüyse kahve altının da e'si düşmüş ve Karacoğlan dediğimiz gibi kahvaltı demeye başlamışız. Neymiş efendim? Biz Türkler günün ilk yemeğine kahvaltı dermişiz. Havalı milletiz vesselâm. Gariban İngilizler, gariban Fransızlar, gariban İspanyollar bizim kahvaltı dediğimiz şeye sırasıyla breakfast, dejeuner, desayunar diyorlar. Bunların üçünün de anlamı aynı "imsakten imtina etmek". İmsak etmeyi, bir anlamda oruç tutmayı ifade edebilmek için İngilizce'de to fast, Fransızca'da jeuner, İspanyolca'da ayunar fiilleri kullanılıyor. Adını andığımız bu milletler bizim gibi kahvaltı etmiyor, günün ilk öğününde bir bakıma oruçlarını açıyorlar. Çalışma azmiyle tanıdığımız Almanlar ilk lokmalarını yerler (Frühstück). Tanklarındaki en iyi çalışan kısmının geri vitesi olduğu söylenen İtalyanların colazione ile ne yaptıklarını pek bilmiyorum. Ne yaparlarsa yapsınlar Avrupalılar'ın hiçbiri ehl-i keyf Türkler gibi kahvaltı edemez. Türklerin neme nem bir millet olduklarını kendilerine açıklamalarında kahvaltıya çok büyük bir rol düşüyor. Madem saraydan çıkma bir âdeti her mütevazı evde cereyan eden olağan davranışlar arasına katmışız o halde pek bilincine varmasak da kendimiz için yeni bir ev hayatı icat etmişiz demektir. Bu icadımızın bilincine varmak için kahvaltının hayatımızdaki diğer karşılıklarını keşfetmek durumundayız. Emperyalizmin her salvosuna Türklerin verdiği bir cevap mutlaka var. Kaosu kozmosa çevirmenin bir yolunu bulmak, üzerinde yaşadığımız toprakların kendine mahsus milletini nelerle ve nelerden oluşturduğunu bilmek yükümlülüğü altındayız. Bu yükümlülüğü hissetmeyişimiz bizim çerden çöpten bir topluluk olmayı içimize sindirdiğimiz anlamına gelir. Demem odur ki bugün artık ne sarayın ne de saraylının yön tayin edici etkisinden söz edebiliriz. Ama saraydan çıkma bir kahvaltımız varsa tarihten damıtılmış unsurlardan yoksun olmadığımızı fark etme talihimiz de vardır. Kendimizi tanımlama gayretimiz çok şey vâdediyor.
iozel@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|