YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama

 

 

Korkutma politikası ile nereye kadar?

 
Artık, devlet içindeki güç odaklarının da isteği doğrultusunda, mevcut Cumhurbaşkanı'nın görev süresinin uzatılmasının kaçınılmaz bir dayatma olduğu iyice ortaya çıktı...

 

Başbakan Ecevit, bir süredir Cumhurbaşkanı'nın görev süresinin uzatılmasını sağlayabilmek için korku ve korkutma politikaları uyguluyor.

Aslında devletin en iyi bildiği ve uyguladığı politika bu...

Korkutmak ve bunalım tehlikesini ileri sürerek sindirmek...

Ama buna rağmen Türkiye'nin bunalımları, korkuları, kriz sendromları bitmiyor... Bitecek gibi de görünmüyor.

Nasıl bitsin?

Çoğulculuğu ve özgür tartışma ortamını savunmak yerine otoriter bir kriz ve korkutma politikası en geçerli politika olduktan sonra...

Sivilinde de sivil olmayanında da aynı anlayış...

Bu anlayış, hiç bulunmaması gereken Millet Meclisi'nde de, sivil toplum örgütünde de kendisine liberal diyende de hakim...

İnsanlar, örgütler, partiler neden korkar?

Zordan, şiddetten, baskıdan, zulümden, cinayetten, adaletsizlikten, hukuksuzluktan...

Ekonomik baskıdan, haklarının kısıtlanmasından, özgürlük alanlarına tasalluttan...

Özgür bir ülkede bunları kim yapabilir?

Normalde kimse kimseye böyle bir şey yapamaz.

İşte devlet denen örgütlenme bunların engellenmesi, bireyin haklarının korunması için vardır aslında...

Türkiye'de ise bizzat devlet yukarda sayılanları yapıyor...

Hukuksuzluk, baskı, korkutma, sindirme, şiddet, zulüm, özgürlük alanlarının kısıtlanması...

Artık, devlet içindeki güç odaklarının da isteği doğrultusunda, mevcut Cumhurbaşkanı'nın görev süresinin uzatılmasının kaçınılmaz bir dayatma olduğu iyice ortaya çıktı... Bu dayatma en başta Millet Meclisi'ne, milletin temsilcilerine karşı yapılıyor.

Ecevit, bu güçler adına başından beri tehditler savurup duruyor.

Bunu anlamaz görünen Mesut Yılmaz ve ANAP başta olmak üzere, bazı aykırı seslerin yükseldiğini gören Ecevit, bu kez sesini yüksetti. Tehditlerinin dozunu artırdı...

"Eğer mecvut Cumhurbaşkanı yeniden seçilmezse Cumhurbaşkanlığı krizi çıkar, Türkiye'nin bu koşullarda biyle bir krize tahammülü yoktur" dedi.

Tabii o sırada HADEP'li belediye başkanlarının 'hain' oldukları keşfedilerek gereği yapılmıştı...

Korku havası yine ortalığı sarmıştı. Türkiye acaba Avrupa Birliği'ne girmekten vaz mı geçecekti?

PKK'nın silah bırakma kararı almasına rağmen bir tehlike olarak devam ettiği ifade edilmişti.

Tabii Avrupalılar bunu bir türlü anlayamıyorlardı...

" Şimdiye kadar terör var, o nedenle demokratikleşme alanında bir şey yapmamız mümkün değil diyordunuz, şimdi PKK terörü bitti. Yine yapmak istemiyorsunuz" diyorlardı...

Ecevit ise bunun da, yani siyasi mücadele yapma isteğinin de, bir başka tehlike olduğunu beyan ederek Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir kriz yaşanmaması gerektiğini vurguluyordu.

Aynı şeyi, Öcalan'ın idamının ertelenmesi tartışmalarında yapmamışlar mıydı?

O kez MHP'yi ve diğer bazı muhalifleri hatta, şehit analarını sindirmek için aynı korkutma taktiğini kullanmışlardı... En keskin, en gözü dönmüş kalemler bile bu tehdit havasına kapılmışlar eğer idam olursa memleketin büyük bir kaosa gireceğini belirtmişlerdi.

Bu memleketi çok sevdikleri için önceki görüşlerinden şimdilik vazgeçiyorlar ve Türkiye'nin uluslararası hukuki vecibelerine uymasından başka şansının olmadığını söylüyorlardı.

Hatırlayın Demirel'i, Ecevit'i ve diğerlerini... Türkiye'nin artık eskisi gibi istediğini yapamayacağını, uluslararası anlaşmaların da kendi kanunlarımız gibi geçerli olduğunu nasıl savunuyorlardı? Bu anlamda, artık ulusal egemenlik hakkının kısıtlandığını nasıl da inanmış gibi haykırıyorlardı? Ve o zaman. Türkiye'nin, buna uymazsa başının derde gireceğini söyleyerek muhaliflerini korkutuyorlardı...

Yine aynı taktik uygulanıyor.

Önce Hizbullah vahşeti, arkasından Batman'daki gizli ordu ve devlet eliyle sokulan kaçak silahlar...

"Ecevit memleket karışır, istikrar bozulur" falan diyordu ama, hala Meclis'in özgür iradesiyle Cumhurbaşkanı seçilmesini savunur görünenler vardı.

Memleketin nasıl bir tehlike içinde olduğu bu safdillere gösterilmeliydi.

Belediye başkanlarının hiyaneti tam da o sırada ortaya çıktı...

Arkasından liderler, yeniden bir araya gelerek, memleketin böylesine önemli bir zamanında Anayasa değişikliği için hemen mutabakat tazelediler...

Hatta Mesut Yılmaz, bu durum muvacehesinde, kesinlikle Cumhurbaşkanlığı'na aday olmadığını da ifade etti.

Liderler gruplarının Anayasa değişikliği için ikna edildiğini kamuoyuna duyurdular.

Liderlerimiz için ne parti örgütlerinin eğilimi, ne milletvekillerinin kişisel yaklaşımları önemliydi.

Ve "Cumhurbaşkanı yeniden seçilmezse haa!.." korkutması ve dayatması yeniden geçerli oldu. Her zamanki tehdit ve şantaj politikası ile sonuç alındı.

Hadi, bir dönemi daha korku ve baskı ile kurtardınız diyelim...

Elbet bir gün, onurlu, dayatmalara kulak asmayan gerçek bireyler, Meclis'te de, sivil toplum örgütlerinde de medya da ağırlık ağırlıklarını koyacaklar.

Bir ülkenin onursuzlar ve korkaklarla bir yere gittiği ne zaman görüldü?


27 Şubat 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...