|
Sonbahara doğru
Diyanet İşleri Başkanı'nın ayak üzeri konuşma alışkanlığının yol açtığı son tartışmalara fazlaca takılıp kalmaya gerek yok. Bu tema'lar, zaten hemen her gün konuştuğumuz, yazdığımız hususlar olduğu için kaygılanmak da fazla. Burada var olan asıl eksiklik, ince bir uslûp işçiliği sadece. Bunu ise alabildiğine önemsememiz, eleştirmemiz ve orta yerdeki noksanı elbirliği ile telâfi etmemiz gerekiyor.
Sayın Başkan'ın sarfettiği cümleler kuşkusuz kendisine âit!.. Fakat serdettiği görüşlerin ne kadarı Kurum görüşü, ne kadarı şahsî? İşte asıl sorun burada yatıyor. Bir başkanın görüşlerini şahsîlikten çıkararak, onları Kurum görüşü seviyesine yükseltmenin, öyle sanıyorum ki behemehal bir yolu bulunabilmelidir.
Din İşleri Yüksek Kurulu
Burada bizce izlenmesi gereken iki yol var:
Birincisi Başkan'ın, temsil ettiği makamın vakarı ihtiyacıyla, yazılı açıklamalar yapması. Ya da bunun için, Dışişleri Bakanlığı'nın uyguladığı bir yöntemle, Başkan'ın veya Başkanlığın bir "sözcü" kullanması. Bizce hangi başkan olursa olsun, böyle bir yöntem makamın da, Kurum'un da saygınlığını alabildiğine artırır.
İkinci yol da, Başkanlığın görüşlerinin şahsîlikten kurtarılması bakımından, Din İşleri Yüksek Kurulu'nun devreye sokulması imkânıdır. En sağlam yol budur bize göre. Din İşleri Yüksek Kurulu'nun asıl fonksiyonelliği de o zaman ortaya çıkar. Bu Kurul'un Ferdî sorun ve fetvalarla meşguliyeti ayrı bir mesele; din ve diyanet adına vâz edeceği küllî yaklaşımlar daha ayrı bir mesele. Kaldı ki asıl önemli olan sorun alan da burası.
Hal böyle iken, Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerinin henüz daha atanamamış olması biraz garip değil mi? Ayrıca seçimler de yapılmış iken.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bütün Balkan, Rusya Federasyonu, Kafkasya, Orta Asya ve Baltık Müslümanları'nın duyduğu bir ihtiyaca tekabül maksadıyla düzenlediği Saraybosna İslâm Şûrâsı'nın önemi de ortada. Bazıları bu şûrânın lüzumunu kavramakta âdeta zorlanıyorlar. Hele bazıları da var ki, bunun altında bin bir olumsuz sebep arıyorlar. Eleştirecek birşeyler bulmak saplantısıyla yapıyorlar bütün bunları.
Halbuki Türkiye tarihî, İslâmî rolünün icabı olarak girişiyor bu işlere. Bundan kıvanç duymak, gurur duymak gerekirken, yaka-paça yırtmanın bir âlemi var mıdır?
Çeçenistan tarzı değil bu
Saraybosna İslâm Şûrâsı'nın geliştirdiği perspektifi iyi okumak gerekiyor: Farklı din mensuplarının Barış ve İstikrar içerisinde bir arada yaşamalarının gerektiği biçiminde bir yaklaşım bu. Çoğu yaşadığı bölgelerde azınlık durumunda olan müslüman gruplara, kendi reel şartlarını idrak ettirmek, diğer din mensupları ile gerginliğe yol açmamak, karşı tarafın tahriklerine kapılmamak ve Türkiye'nin yardımları ile dinî bilinç ve eğitimlerinin gelişmesini sağlamak. Bunu yaparken, diğer din temsilci ve yetkililerini de ürkütmemek için, şûrâya onları da davet etmek. Yani yani İslâm'ı ayrıştırıcı, tahrik edici uslûplara teşvik etmemek. Çünkü özellikle Batılı ülkelerin islâmı eylemci, ayrışmacı, terörist olarak damgalamak ve o mevcut ülke yönetimlerini müslüman ahlâliye karşı tahrik ve teşvik etmenk istediği ortada iken, bunun üzerine balıklama atlamamak.
Bütün bunları yaparken de, bu nâmütenâhi geniş rafyalarda yaşayan müslümanları Türkiye gerçeği ile yüz yüze getirmek. Onlara Türkiye'yi adres kılmak!..
Bu arada bizim tarzımızda egemen olan, önce anlamak veya anlamaya çalışmaktır. Eleştirmek, varsa önerilerde bulunmak sonra gelir. Öyleyse dikkat edelim verilen veya verdirilen mesajlara!..
İlber Ortaylı bakın ne diyor? Bu sözleri emanet edilmiş mesaj biçiminde de algılayabilirsiniz.
"Avrasya'nın en önemli probleminin "misyonerlik" olduğuna işaret eden Ortaylı, "Katolik inanışı Mslümanlar arasında az da olsa yayılmaktadır. Bu bir ayıptır. Bunu önlemenin rolü kılıç değil kitaptır."
Soru: Niçin Ortadoksluk değil de Katoliklik üzerinde duruluyor dersiniz? Çünkü Ortodokslar'ın da yarasına parmak basılıyor ve bir müşterek tavır arayışına girişiliyor da onun için. Ya da asgariden bu kesimleri, Müslümanlık adına taciz etmemek için!.. Nasıl buldunuz bu yaklaşımı?
Ey sonbahar!..
Bulgaristan Müftüsü konuşuyor, biraz da heyecanlı:
"Hıristiyanlar kendi dinlerini muhafaza edemeyince, Müslümanlar'ı Hak dinden saptırmaya çalışıyorlar. İslâmı bütün gayrı müslümlere anlatmak boynumuzun borcudur." Türkiye Müslümanları'nın da Yeni Kızılelma'sı artık bu olmalıdır. Tebrikler Müftü Mustafa Hacı!..
Bir başka emanet edilmiş mesajı da, Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif üstlenmiş: Onun mesajı da Türkçe'nin, bu bölgelerde İslâm'ı öğrenmek bakımından üst-dil konumuna yükseltilmesi.
Bu şûrânın ardından Diyanet sonbaharda, daha önemli, gene uluslararası iki toplantıya hazırlanıyor: "Hz. İsa'nın Dili ve Mesajı" birincisi, ikincisi de Tarsus'ta yapılacak Dinlerarası Diyalog toplantısı!.. Şunu söyleyeyim ki Türkiye bir çukura yuvarlanmıyor, kabuğunu çatlatıyor tam aksine. Bir de sonbaharda MEB'nın Din Şûrâsı olacak. Ona göre!..
Din İşleri Yüksek Kurulu'nun bir an önce göreve başlaması her bakımdan önemli değil mi?
29 TEMMUZ 2000
|