T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Rusya ve Yalta sendromu

Yalta Konferansı'nda (4-11 şubat 1945) dünyanın nüfuz bölgelerine ayrılması ve Doğu Avrupa'nın Sovyet nüfuzuna terkedilmesi, Amerika ve İngiltere adına büyük zaaf olarak kabul edilir.

Bu stratejik hata, Doğu Avrupa'yı 45 yıl Sovyet nüfuzu altında tuttu. Doğu Avrupa, Roosewelt-Churchill'in tarihî hatasının bedelini ödedi.

Soğuk Savaş sonrası Sovyetler'in dağılması ve Doğu Avrupa'nın elden çıkması, yine bir global güç olma sevdasındaki Rusya'yı yeni stratejik değerlendirmeler yapma zorunda bıraktı. Afgan gerilimi ile başlayan süreçte Rusya'nın aldığı tavrı anlamlandırmak için bu hesabı bilmek gerekiyor. Buna bakıldığında, tıpkı 2. Dünya Savaşı sonrasındakine benzer biçimde coşkulu bir ittifak sergileyen Amerika-İngiltere birlikteliğinin bu defa Avrasya'da, buradaki Türk-İslâm zeminini Rusya nüfuzuna yeniden vermek gibi bir Yalta hatası işleme noktasına doğru ilerlediği görülüyor. Rusya, Amerika-İngiltere ikilisinin Avrasya'da müttefik arama telâşını kullanmaya çalışmaktadır.

Aşağıya, Prof. Dr. Ahmed Davudoğlu'nun Rusya'nın bu stratejik hesaplarını tahlil eden değerlendirmesinden bazı bölümler almak istiyorum. Hemen belirteyim ki Prof. Dr. Davudoğlu'nun bu tahlillerinin yer aldığı "Stratejik Derinlik-Türkiye'nin uluslararası konumu" isimli kitabı, Afgan geriliminden çok önce (nisan 2001) yayınlandı. (1) Yani Rus mantığının önceden bir okunması bu kitap... Okuyalım:

"Soğuk Savaşı ideolojik ve ekonomik açıdan tam bir yenilgi ile kapatan Ruslar kendilerini küresel güç haline getiren jeopolitik zeminin ayaklarının altından kaymakta olduğunu farketmekte ve bu zemini güçlendirecek yeni bir stratejik bakış açısı geliştirmeye çalışmaktadırlar. Soğuk Savaş sonrası düzenlemelerle Doğu Avrupa'yı ekonomik olarak AB'ye, stratejik olarak da NATO'ya terkeden, Ukrayna'nın bağımsızlığını almasıyla Karadeniz'de ciddi bir stratejik zaafla karşı karşıya kalan Rusya, Hazar eksenli Kafkasya ve Orta Asya etkinliği ile bu zararları telafi edecek psikolojik ve jeopolitik açılımlar gerçekleştirmeye hayati bir önem atfetmektedir.

.....

"Rus yetkililer, Rusya'nın kendi içinde ve mücavir bölgede zayıflamasının Avrasya'da yol açabileceği güvenlik boşluklarının dünya barışını tehdit edebileceği riskini sürekli gündemde tutmaktadır. NATO ile yürütülen müzakerelerde takınılan tavır, Çeçenistan'da yürütülen operasyonlara yönelik meşruiyyet arayışları, Çin'in yükselen ekonomik ve askeri gücünü dengeleyebilecek yegane Asya aktörü olma konumu ile ilgili doğrudan ve dolaylı göndermeler, Rusya'nın Avrasya'daki istikrarın korunmasındaki en yetkin partner olduğu konusunda ABD'yi ikna etme çabaları olarak görülebilir."

...

"Rusya güçler dengesinin getirdiği pragmatik alanı kullanarak Orta Asya üzerinde kendisi ile nihai bir egemenlik mücadelesine girmeyi kaçınılmaz gördüğü Çin'e karşı ABD kartını Avrasya istikrarı sloganı ile devrede tutarken Çin ile girdiği ilişkilerin düzeyini ve temposunu yükselterek ABD karşısındaki konumunu güçlendirmeye çalışmaktadır." (s. 473, 474)

Afgan gerilimi, Rusya'nın yukarıda çerçevesi çizilen stratejik planlamasına en azından ABD'nin durduğu yer açısından büyük imkân sağlamış bulunuyor. Tam bir düşeş. Amerika'nın tam da Asya'da "istikrar" adına müttefik aradığı bir zamanda Rusya, "Ben varım" diyor.

Rusya'nın ABD yanında yer almakla kaybedeceği bir şey yok. Bir kere Asya'daki varlığını ABD açısından "zaruri" hale getiriyor. İkincisi, Asya Türk Cumhuriyetleri'ndeki islâmî yükselişe karşı her türlü gücü kullanma meşruiyyetini elde ediyor. Hatta bu işi Amerika-İngiltere öncülüğündeki koalisyona yaptırmak istiyor. Ve son olarak Kafkaslar'daki Rus varlığını ve vahşî kuvvet kullanımını ABD nazarında en azından ihmal edilebilir bir vakıaya dönüştürüyor. Bu süreç böyle gelişirse, Rusya Kafkasları ve Asya'yı denetleyen bir global güç olma statüsünü elde etmiş olacak.

Bunun, Amerika'nın "11 eylül öfkesi ve telâşı" içinde Rusya'ya uzatılan bir ballı-börek olduğunu ifade etmek lâzım. 11 Eylül'den bu yana, "Acaba süper gücün aklı da süper mi?" diye sorup duruyorum. Amerika, 2. Dünya Savaşı sonrasında Almanya ve Japonya'ya karşı Rusya ile birlikte oldu, şimdi, bütün telâfi söylemlerine rağmen, zımnen, "İslâm dünyasına karşı" demesek bile "İslâm dünyasına buruk duygular taşıyan", bir Amerikan-Rus-İngiliz birlikteliği gözleniyor. Acaba "Amerika, Kafkasya ve Orta Asya'yı Rus nüfuzuna terkediyor, dolayısıyla yeni bir Yalta ile karşı karşıyayız" demek ağır bir hüküm mü olur? Şüphesiz, bu "Büyük Santranç Tahtası"nda sonucu bir hamle tayin edecek değil. Ama Amerika'nın oyun kuruculuğu hiç de güven vermiyor. İslâm dünyasının politika inşa edemeyecek kadar savrulduğu bir zamanda, ne yazık ki İslâm coğrafyasının akıbeti de, böyle büyük güç odaklarının oyun gücüne veya zaafına bağlı kalıyor.

Türkiye Amerikan planına (şayet bu plan varsa?) daha aktif katılsaydı, Rusya'nın bu stratejik hamlesini engelleyebilir miydi? Sanmıyorum, çünkü Asya'da oyun İslâm coğrafyası üzerinde oynanıyor, savaş alanı İslâm toprağı, vurulmak istenen halk müslüman bir halk, ve sömürgecilerin insafı yok. 11 Eylül sonrasında Asya'da gerçekleşecek bütün hamleler, oradaki İslâm varlığını zaafa uğratacak mahiyette.

Yapabildiğimiz sadece, Amerika'yı "yarın boğuşacağın bir gücü büyütme, Doğu Avrupa'yı bağışladığın gibi şimdi de Asya'yı bağışlayıp Rusya'yı bölgenin başat gücü haline getirme" diye uyarmaktan ibaret. Asya'da Rusya'nın güçlendirilmesi, bugünkü hassas ortamda Amerika'nın işlediği tarihî bir günah olacaktır. Sanırım şu an Ankara'nın acil görevlerinden birisi de ABD ile bu stratejik değerlendirmeyi paylaşmak olmalıdır.

1) Küre Yayınları, Tel: 0212 589 12 95, İstanbul..


6 Ekim 2001
Cumartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED