|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Amerika'nın en etkili üç gazetesinden biri olan Wall Street Journal, Amerika'nın Afganistan'a yönelik muhtemel operasyonunda çeşitli düzeylerde rol alacak ülkeleri 'dört halka' olarak kategorileştirdi. Dört ayrı halka… Birinci halkada, Amerika'nın yanında 'askeri harekat'a aktif katılımda bulunacak ülkeler İngiltere, Fransa, Almanya ve Avustralya olarak sıralandı. İkinci halkada ise, oynayacakları rolde önem sırasına göre Pakistan, Rusya, Türkiye, İspanya ve Özbekistan sıralanıyor. Üçüncü halka, 'konu'nun bir 'medeniyetler çatışması'na dönüşmesini adeta 'önlemekle görevli' ülkeler. Bunlar, S. Arabistan, Suriye, Ürdün, Fas vs. gibi daha ziyade Müslüman-Arap ülkeler. Dördüncü halka ise 'nötralite'si talep edilen ve böyle davranacak olanlar: Hindistan, İran ve İsrail… 'Tek Müslüman NATO ülkesi' olarak nitelenen Türkiye, İslam ülkelerinin dışında; bir 'üst halka'da; Amerika'nın en yakın 'yoldaşları'nın ise bir altındaki halkada… Bu arada, Rusya'nın 'ikinci halka'ya tırmanması dahi, başlıbaşına önemli bir 'stratejik' gelişme ve bu gelişmenin önümüzdeki yıllarda özel bir 'jeopolitik anlam' taşıyacağı şimdiden belli oluyor. 11 Eylül 2001'in önemi sadece Amerika'nın nereye, hangi boyutlarda saldıracağından kaynaklanmıyordu. 11 Eylül'de başlayan süreçte 'yeni dünya düzeni' şekillenecek ve 'uluslararası sistem'in 'yeni mimarisi'nin taşları döşenecekti. Wall Street Journal'ın sıralamasından yola çıkarak, Türkiye'nin 'Batı ile İslam ülkeleri parantezi' arasındaki özgün konumu ortaya çıkıyor. 'Batı sistemi' içinde korunacak biçimde… Bu sürecin 'iç politika'da yansımalarının olmaması imkansızdır. 11 Eylül 2001'de belirlenen ve sonu ve sınırları şimdiden kestirilemeyecek uzun bir zaman dilimi için ilan edilen 'yeni düşman'ın adı 'uluslararası terörizm'… Bu 'yeni düşman'ın esas olarak İslam coğrafyasında 'mevzilendiği' ve 'kimlik kartları'nda 'Müslüman' yazdığı ve 'İslami referanslarla' hareket ettikleri de malum. Konu, hernekadar bir 'medeniyetler çatışması'na dönüştürülmeyecekse de ve Henry Kissinger'ın değerlendirmesiyle önümüzdeki dönem bir 'medeniyetler çatışması'ndan ziyade 'Müslüman-Müslüman çatışması' ihtimalini barındırdığı için, İslam coğrafyasında yer alan ülkeler, büyük altüst oluşlar yaşayacaklar. Türkiye, bir 'Janus' gibi; hem 'Batı sistemi' içindeki konumuyla ve hem de İslam Dünyası'ndaki yeri ve 'İslam kültür iklimi' içindeki geleneksel varlığıyla bu altüst oluşu birinci derecede hissetme ihtimali bulunan ülkelerin başında geliyor. Zaten, Samuel Huntington'ın ünlü 'medeniyetler çatışması' postülasında 'torn countries' yani 'kimlik parçalanması yaşayan ülkeler' arasında üç ülke ismi sıralanıyordu: Türkiye, Rusya ve Meksika… Bu 'üçlü' içinde tek Müslüman kimlikli ülke Türkiye. 11 Eylül 2001'den itibaren bunun anlamı, Türkiye'nin 'Batı sistemi' ya da içinden Talibanlar yeşertebilecek bir 'siyasi alan' arasında kesin bir tercih yapmaya zorlanacak olmasıdır. Türkiye'nin tercihinin 'Batı' yönünde olduğu zaten varsayılıyor. Ancak, artık bu 'tercih', içine girilen sürecin ve dönemin özellikleri gereği, herhangi bir 'Siyasi İslam referansı'nın 'meşruiyeti'ni, bundan önceki dönemden dahi daha zor bir zemine oturtacak. TBMM'de anayasa değişikliği oylamalarında Necmettin Erbakan'ın siyasi yasaklılık süresini bir yıl aşağıya çekmenin imkansız kılınmasını ve Tayyip Erdoğan'a muhtemelen milletvekilliği yolunun kapatılarak Ak Parti'nin önünün kesilmek istenmesini bu 'geniş prizma' içinde değerlendirmekte yarar var. Refah Partisi'nin hükümet etmekten 'faullü yöntemler'le menedilmesi ve ardından kapatılmasını, 'sistem'in 'Siyasi İslam'ın -bir koalisyon içinde bile- iktidar dizginlerini kullanmasına 'kırmızı kart' göstermesi gibi anlamak mümkün. Aynı şekilde, ne kadar Refah tekrarı olmamakta özen göstermiş olursa olsun, Fazilet Partisi'nin kapatılmasını ise 'Siyasi İslam'ın her türlü referansı için ana muhalefet olmasına da izin yok' şeklinde değerlendirmek, aynı şekilde, mümkün. Anayasa değişikliği oylamalarında ortaya çıkan tablo, Saadet Partisi'ne bir 'uyarı mesajı' olduğu gibi, 'Saadet-2' olmaktan ziyade 'Fazilet-light' olmayı yeğleyen Ak Parti'nin de 'sistemik kabul' görmekten uzak olduğunu gösteriyor. Bütün bunlar, Türkiye'nin yeni uluslararası şartlarda 'anti-demokratik bir antite' olarak 'Batı sistemi'nde yer bulacağı anlamına mı geliyor? İlk bakışta öyle. Ama öyle olmayacak. Öyle olmayacak olması, olmasından daha muhtemel. Niye mi? Yarına…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |