T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Okuyun ve 'düşünmeyi' deneyin (1)

Gerek Saadet Partisi'nin, gerekse Ak Parti'nin 'Taliban ile aynı dalga boyunda olduğunu' söyleyebilir misiniz? Asla. Bu iki partinin liderleri olsun, önde gelen kadroları olsun 'terörizm'le kavramsal planda yakından uzaktan ilişkileri olduğu söylenebilir mi? Asla. Zaten, Ak Parti Genel Başkanı Yardımcısı Abdullah Gül, dün yaptığı bir açıklamada, Taliban'ı 'baskıcı ve diktatörce bir rejim' olarak niteleyerek, bu konuda bir tereddüde de yer bırakmadı.

Aynı durum, İslami referansla yazdığına dair genel bir kabul gören kalem sahipleri için de söz konusudur. Bütün bunlar, New York ve Washington'a yönelen 'binyılın en büyük terör eylemi'ni de kınamışlardır. Doğru. Bütün bunlar ile Usame bin Laden ve El-Kaide'si arasında da 'dalga boyu' yok. Bu da doğru.

Ama mesele orada bitmiyor. 11 Eylül'den sonra izlenen tavırlara, yazılan çizilene bakınca, 'terörü kınama'nın ve 'bunlar ile Taliban ve Usame ile bir illiyet rabıtası kurulamayacağı' olgusunun gücü ve değeri zayıflıyor.

Çünkü, bütün bu kesimler, kendilerini büyük bir çeviklikle 'medeniyetler çatışması' eksenine yerleştirdiler. Amerika'nın ve İngiltere'nin inatla kaçındığı, kaçınmaya çalıştığı eksene adeta 'gönüllü' biçimde atlayıverdiler.

'Terörizme karşı duruş' ile Amerika aleyhtarı kampanyayı yüreklendirmede üstlenilen rol arasında bir karşılaştırma yapılsa, birincisinin, en cömert hesapla bir-iki paragrafı aşmayacağı; ikincisinin ise sayfalar dolduracak bollukta olduğu görülür.

Tüm gayretler, bu işin ardında Usame bin Laden'in 'olamayacağı'na yönelirse, Usame'nin kendi teyp kayıtları ve basına aktarılan onca kanıta rağmen 'hani nerede kanıt' avazı ortalığı kaplarsa, 'terörist saldırı'nın Amerika ya da İsrail tarafından gerçekleştirildiğine 'İslami kamuoyu' inandırılmak istenirse; bu 'çizgi'nin gerçekten 'terörizme karşı duruş' olarak nitelenmesi mümkün müdür?

Böyle bir 'intihari çizgi'nin, İslam'a, İslam Dünyası'na, tek tek Müslümanlara ve Türkiye'ye bir yararı olduğu gerçekten düşünülebilir mi?

Elde atacak cephane kalmayınca, Usame bin Laden ile Taliban'ın 'CIA'nın yani 'Amerika'nın eseri' olduğundan, CIA desteğinde, Suudi ve Pakistan istihbaratları tarafından oluşturulduğuna dikkat çekilerek, Amerika'ya yönelik saldırılardan 'Amerika'nın sorumlu' tutulması gerektiği ifade ediliyor ve bu şekilde rahatlamak isteniyor.

Bu müthiş bir 'bilgi' değil. Afganistan uzmanı Pakistanlı gazeteci Ahmed Raşid'in 2000 yılında basılan 'Taliban' isimli kitabını alın; CIA desteğiyle Suudi ve Pakistan istihbaratının Usame ve Taliban'ın doğumundaki rolünü en ayrıntılı biçimde öğrenirsiniz.

Evet, Amerika, Suudi Arabistan ve Pakistan'la birlikte bir 'canavar' üretimine katkıda bulunmuş durumda. Peki, Amerika'nın, belirli bir 'uluslararası konjonktür'de gerçekleşen 'günahı'nı kabullenip, bu 'canavar'a teslim olması mı gerekir? Bu mantığa sığar mı?

İkinci Dünya Savaşı'nda Amerikan orduları olmasaydı, Avrupa'da Nazizm yenilemezdi. Amerikan ordusu, Sovyet Kızılordusu ile müttefikti. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Soğuk Savaş başlayınca, 'komünizmin yayılması'ndan Amerika'yı sorumlu tutmakla, bu mantığın arasında ne fark var?

11 Eylül 2001'in anlamını kavrayamaz ve o gün bugündür pusulayı şaşırırsanız, 'terörizm karşıtlığı'nda ön almayıp 'anti-Amerikanizm'de ön alırsanız; cuma namazlarından sonra gösteri yapan bazı grupların ellerinde 'I Love You Usame bin Laden' pankartları görüverirsiniz. 'Kahrolsun Amerika' pankartlarının yanıbaşında. Herhalde, 'I Love You Usame bin Laden' pankartlarını taşıyanlar; Usame'nin 'CIA yetiştirmesi' olduğu kanısında değillerdir. Onları buna ikna etmeye kalkışırsanız, helak olursunuz.

Bunun bir 'provokasyon' olduğunu ileri sürebilir ve hatta haklı da olabilirsiniz. Neyi değiştirir? Türkiye'de İslami kesimin 'provokasyon'a açık ve uygun bir hale geldiğini göremiyor musunuz? Bunun sonucunda, İslami kesimin daha büyük baskılar ve kısıtlamalar içine gireceğini ve Türkiye'nin daha büyük sıkıntılara sürüklenebileceğini de mi farkedemiyorsunuz?

Bunda, 11 Eylül 2001 sonrasında isteseniz de istemeseniz de oluşan 'uluslararası terörizm'e karşı mücadelede; Türkiye'deki İslami hareketin en ön safa geçerek kendisine önlenemez bir 'meşruiyet alanı' yaratmasını teşvik etmeyi seçmek yerine, 'anti-Amerikan popülizm'i besleyerek, dindar çevrelerin zora girmesinde pay ve sorumluluk sahibi olabileceğinizin farkında da değil misiniz?

İslami duyarlılığa sahip vatandaş yığınlarına 'yol gösterici' bir önderlik yapmak yerine, 'tabana teslim olmak' zaafının, Türkiye'yi, tam da bu kesimleri ve bizzat kendinizi sokacağı 'bela'yı, bunca ve özellikle 28 Şubat tecrübesine rağmen niçin idrak edemiyorsunuz?

11 Eylül 2001'den sonra dünyanın yeniden 'şekilleneceği' besbelli. Bunun ilk adımları atılmaya başlandı bile. Bu 'yeni dünya'da Türkiye'nin ve İslam Dünyası'nın da hakettiği biçimde yerini alması şart. Dindar unsurları, -önemli bir bölümü öyle olmasını istemese dahi- Taliban ve benzerleriyle benzer koordinatlarda görülecek bir Türkiye'nin bu 'imkan'ı kaçırması muhtemeldir. Günlerdir anlatmaya çalıştığımız, bunun önüne geçmenin 'ipuçları'…

Aslında, ben, bugün Francis Fukuyama'nın bazı görüşlerinin tartışılması gereğini dikkatlere sunacaktım. Yarına kaldı. Yarın, iki gündür yazdığım konularda son kez yazacağım ve niçin son kez yazacağımı da yazacağım..


13 Ekim 2001
Cumartesi
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED