T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Diyet üslûbu

Doğrusu, yazılarımdaki herhangi bir ifade veya tavrım sebebiyle herhangi bir insanın İslâm'la ilişkisini olumsuz etkilemekten büyük endişe duyarım. Bana ve benim düşüncelerime kızgınlığı sebebiyle bir insanın İslâm'la ilişkileri yaralanmamalı, diye düşünürüm.

Ama biz de kırılıyoruz zaman zaman. Alınan tavırlar dayanma gücümüzü aşıyor ve ister istemez cevap vermek zorunda kalıyoruz. Bu da öyle bir yazı olacak belki.

Şöyle bir söylem ile karşı karşıya son zamanlarda dindar (hadi onların ifadesiyle söyleyelim, İslâmcı) insanlar... "28 Şubat döneminde sizinle birlikte olmuştuk, ama siz şimdi bizimle birlikte değilsiniz. Siz çifte standart içindesiniz. Terörü kınamıyorsunuz. Özgürlüklere nalıncı keseri yaklaşımıyla bakıyorsunuz. Bundan sonra destek yok." Onlar gerek İkiz Kuleler saldırısı, gerekse Afganistan savaşı konusunda Amerika'yla aşağı yukarı birebir örtüşen bir çizgi üzerinde duruyorlar ve "İslâmcılar"ı da oraya çağırıyorlar. Orada, Amerikan politikalarına birebir yamanma var, artı, yeni bir din tanımı talebi var, artı şayet bütün bunları yapmazsanız, Amerika'nın kuracağı yeni dünyada siyasî-kültürel her bakımdan neslinizin kesilmesi tehdidi var. Bunu zaman zaman da çok kaba biçimde yapıyorlar... Üstelik zaman zaman "içerde" yapıyorlar. Ne yazık ki "içerden sövme (malesef eleştiri değil) imkânı" bile onları "İslâmcılar'ın özgürlükçü tavırları" konusunda yeterince ikna etmiyor.

-Bu çizgi "liberal tavır" olarak niteleniyor ama burada liberal tavırdan eser var mı, bilemiyorum. Eğer bu liberal tavırsa, onların da "İslâm'ın özgürlük talepleri" konusundaki liberal ufukları bu kadarmış demek gerekiyor. Ama ben bunu, biraz ucuz liberalizm olarak telakki etmek gerektiğini düşünüyorum. Ben Türkiye'de çok daha ciddi bir liberal çizgi bulunduğunu ve onların kendilerini "İslâm tanımı yapmak" gibi işlere yöneltmediklerini düşünüyorum.

- "Yarınki Amerikan düzenine uyumlu bir İslâm" hazırlamak... İkiz Kuleler Saldırısı'nın hemen ardından Kissinger, yürütülecek mücadelenin koordinatlarından birini böyle açıklamıştı: "Bir medeniyetler çatışması değil, İslâm'ın kendi içinde bir mücadele olacak"tı. Muhtemel ki İslâm'ın geleceğe ilişkin bir medeniyet iddiasını bile ciddiye almıyordu Kissinger. İslâm içinde bir mücadele olacaktı ve Amerika "bir tür İslâm"ın egemen kılınması için çaba sarfetmeliydi. Kur'an'da "Allah'ın razı olacağı din"den bahsediliyordu. Oysa burada "Amerika'nın razı olacağı bir din" söz konusu idi. Bu işlerin bize tercümesi uzun sürmez genellikle. Hemen "Mevdudi-Seyyid Kutup İslâm'ı değil, Fazlurrahman İslâm'ı" söylemi vizyona girdi. Bu aslında yeni bir şey değildi Türkiye için... Bu işler bizde taa MGK seviyelerinde görüşülegelen işlerdi. Hep bir "laik sisteme uygun din tasarımı" peşinde koşulmuştu. 28 Şubat'ın, o süreçte Cumhurbaşkanı Demirel'in de ana meşgalelerinden birisi buydu. Şimdi de ucuz liberalizmin Amerikan destekli gündemi olarak önümüze sunuluyordu. Ve biz "İslâmcılar" bu oyunda rol almadığımız için oyunbozan oluyorduk. Zaman zaman, bağışlayın, "ukalalık" dozunda sergilenen bu tavırdan gına geldiğini de ifade etmem lâzım. Yoo, kerametleri kendilerinden menkul hiç kimseye "mürebbilik" ya da "din mühendisi" statüsü vermedik...

-Bu üslûbun belki de en sakil yanı, "diyet talebi" ihtiva etmesidir. "Sizi destekledik, şimdi diyetini ödemiyorsunuz" mantığı ile yazılıyor bunlar ne yazık ki... Kur'an'da "iyiliklerinizi başa kakarak ve gönülleri inciterek iptal etmeyin" çağrısı vardır. Burada öyle bir halet-i ruhiye saklı... Kaşıkla verip, sapıyla göz çıkartmak der halkımız buna... Bu üslûp, dünkü tavrın da erdemini alıp götürüyor, özgürlük taraftarlığını bir alış-verişe dönüştürüyor.

-Diyet deyince içimde hep, Ömer Seyfettin'in hikâyesi canlanıyor. Ve elim fazla görünüyor eğer bir diyet sonucu yerinde duruyorsa...

-İslâm'ın ilk yıllarında Arap toplumunda "Himaye" düzeni vardı. Bazı Müslümanlar, müşriklerin ileri gelenlerinden bazılarının himayesine alınır ve işkencelerden korunurlardı. Zamanla himaye altındaki Müslümanlar "himaye olunmak"tan vazgeçtiler, çünkü öte tarafta "himayeci"si bulunmayan Müslümanlar büyük acı çekiyorlardı. Onlar da acıyı paylaşmayı tercih ettiler. Belki de diyetlerle yamulmak yerine acıyı tercih etmek daha sağlıklı bir tavırdır, kimbilir.

-Bir başka şey daha var. Kur'an'da "Müslümanlıklarını Hazreti Peygamber'in başına kakan" insanlardan bahsedilir ve onlara Peygamber lisanıyla "Müslüman olmanızı başıma kakmayın, asıl Allah'a karşı siz borçlu durumdasınız, size iman yolunu gösterdiği için..." denilir. (Hucurat suresi, 17) Karşı karşıya bulunduğumuz halet-i ruhiyede biraz böyle "Yanınızda bulunuşumuz, buna katlanmamız bir ikram değil mi, öteki tarafa geçeriz haa" tehdidi seziliyor. Erdemi yaralayan bir başka husus da bu. Bu ayetin hemen üstünde de "Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz?" sorusu sorulur. Bunca "din tanımı" girişimleri üzerine anlamlı bir soru değil mi?

-Diyet üslûbunun daha bıçkını, tehditlerle bütünleşiyor. Adeta Amerikan filmlerinden taşan "Sen öldün aslanım!" söylemi okunuyor satır aralarından... Ya da "Sizi ben bile kurtaramam!" söylemi... Önce (değişme söylemini boşa çıkaracak bir biçimde) AKP'ye yöneldi bu tehdit, sonra SP'ye ve sonra Amerikan tavrını sorgulayan ve gelecek kaygısı olan herkese... (Değiştiysen neden Amerika'dan yana değilsin?) Varlık şartı, şu andaki Amerikan projelerine uyumdu ve Washington'da sadakatsizlik kanaati uyandıracak farklı bir söylem, o söylemin sahipleri için geleceği bitirmek demekti. Amerika deyince sanki hâşâ rızkınızı veren bir tanrı söz konusu idi ve onun lütfu kesilecekti sadakatsizlik kuşkusu ile... Nasıl liberal düzen ama!

-Aslında bu çizginin hırçınlığında "kendi toprağında yalnız kalma" tedirginliği gözleniyor demek daha doğru. İslâm toplumları anlamadılar onları! "Afgan mazlumiyeti" İslâm toplumlarının zihnini çeldi. Pervez Müşerref rahatsız, ama Putin rahatsız mı? Ecevit huzursuz ama İslâm Kerimov huzursuz mu? Gariptir Blair ve Bush bile huzursuz İslâm toplumlarında bir ruhi direnç oluşur diye, ama Kissinger değil... Dünyaya baktığımızda bir başka ayrışma daha oluyor ve bizim bir kısım liberalimiz anlaşılması zor bir misyon üstleniyor.

-Bence herkes yüreğini yoklamalı bir. Nerede durduğunu sorgulamalı. İçimde terörün insanlık dışı boyutu ile ilgili en küçük bir yamukluk bulunmadığını bütün samimiyetimle ifade ediyorum. Ama siz de ne olursunuz, Afgan halkının mazlûmiyeti üzerine bir yazı yazın! Amerika'nın günahlarını bile kutsamak zorunda mısınız?


18 Ekim 2001
Perşembe
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED