|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
"Beriki"nin, kendine benzemeyen "öteki"ni savunması, demokrasinin gereği. Ama bu gibi davranışları içine gerçekten sindirenlerin sayısı çok az. 28 Şubat'ta, demokrasinin icabını yerine getirenler, şimdi adeta diyet borcu istiyor: "...Terörü bir kere lânetledin olmadı; on kere lânetleyeceksin... Her öğün lânetleyeceksin... Aynen benim gibi düşüneceksin ve İkiz kulelere saldıranın Bin Ladin olduğu hususunda en ufak bir tereddüt göstermeyeceksin... Çünkü sen ötekisin ve ancak bu şekilde meşruiyet kazanabilirsin." Acaba liberal kesim "Bab-ı içtihat", yani değişik yorumların, görüşlerin kapısını kapattı mı? "Öteki"nin farklı düşünme hakkı elinden mi alındı? Diğer ihtimaller
Oysa, İkiz kulelere saldırıyı Bin Ladin'in yapmamış olabileceğini söylemek, sadece Ladin'e sahip çıkma anlamına gelmez. Ladin, terör eylemini organize eden kişi değilse; ama buna rağmen hedef gösteriliyorsa, bu durum, gerçek suçluyu ve gerçek niyeti kamufle etmeye yaramaz mı? Demek Ladin hakkında bazı tereddütler dile getirmenin temelinde, diğer ihtimallerin önünü açık tutma gayreti yatmaktadır. Meselâ, Batı âlemi ile İslâm dünyasının kavgası İsrail'in işine gelmez mi? Bu devletin bazı derin güçleri, böyle bir amaca ulaşma çabasına girmiş olamazlar mı? ABD'de, kurulu bir dinin parçası olmamakla birlikte, bazı inançları savunan dinî gruplar (Bir kültün mensupları) var. Bunlar Amerika'daki düzenin muhalifi. 1993 yılında, Federal ajanlar Davidien kolu adını taşıyan bir kültün üyelerinin bulunduğu, etrafı duvarlarla çevrili araziyi işgal ettiler. 80 kişi, kolluk kuvvetleri tarafından yakılarak öldürüldü. Hatta, daha sonra, Timothy adlı genç, Oklahoma katliamı ile olayın öcünü aldı. O da idam edilerek cezalandırıldı. ABD'de, üçüncü dünya savaşı çıktıktan sonra, kalıcı ve uzun süreli bir barışın geleceğine inanan ve bu istikamette faaliyet gösteren "dinî gruplar" da var. Şüphe
Bin Ladin'den farklı bir elin İkiz kulelere uçak saldırısını tertip ettiğini söyleyenler, teröre (İslâmi etiket dolayısıyla) sahip çıkmıyor; sadece değişik ihtimallerin gözardı edilmemesini sağlamaya çalışıyorlar. "Liberal demokrat" sıfatını taşıyanların "İllâ ki bizim dediğimiz doğru" dayatmasını anlamak mümkün değil. ABD'deki, "biyolojik terör" de zihnimizi kurcalıyor. İkiz kulelere ve Pentagon'a yönelik "ince ayarlı" saldırıları gerçekleştirenler, nasıl oluyor da, çok daha kolay olmasına rağmen biyolojik saldırıda bu kadar başarısız kalıyor? Topluca ve aynı gün binlerce mektup gönderileceğine, tek tük mektuplarla, önlem alınması kolaylaştırılıyor. Üstelik hastalığın tedavisi de mevcut. Nerede İkiz kulelere saldırıdaki mükemmeliyet! Nerede, biyolojik savaşın kör topal yürütülmesi? Acaba Amerikan yetkilileri, halkının savaşa desteğini kaybetmemesi için, biyolojik savaş görüntüsü altında bir psikolojik savaş mı yürütüyor? Şüphe, gerçeğe ulaşmanın en sağlam yoludur. Beklentiler
Türkiye'nin gündemi savaşa kilitlenmişken ve her gün aynı konuda yazı yazmak can sıkıcı bir hal almışken, Cumhurbaşkanı'nın vetosuyla gündem biraz hareketlendi. Milletvekilleri ayda 3 milyar civarında maaş + yolluk alıyor. Bu para, 2 bin dolara tekabül ediyor. Zannederiz kimse 2 bin doların milletvekiline fazla olduğunu söylemiyor. Eleştirilen husus, ücret meselesinin, demokrasi paketinin içine girmesi. Bu bir. Diğeri, oylama günü verilen bir önergeyle, ücretin alt sınırının Genelkurmay Başkanı'nın maaşı olarak belirlenmesi. Eleştiriler haklı. Ama Cumhurbaşkanı, yöntem olarak referanduma gitmek yerine, uzlaşmayı seçebilirdi. Hükûmetin, Anayasa değişiklik paketini Resmi Gazete'de yayınlarken, milletvekillerinin özlük haklarına ilişkin 86'ncı maddeyi Çankaya'ya iade edeceği belirtiliyor. Anayasa'nın yeni metininde, Cumhurbaşkanı'na kanunun tümünü veto etmeden, sadece bazı maddelerini Meclis'e iade hakkı veriliyor. İşte hükûmet, bir yandan "demokratikleşme paketinin" 86'ncı maddesi hariç diğer maddelerini Resmi Gazete'de yayınlayıp yürürlüğe sokarken, Cumhurbaşkanı'nın 86'ncı maddeyi referanduma sunmak yerine Meclis'e iadesini sağlamak istiyor. Yetki aşıldı
Aslında, dün de yazdığımız gibi, Cumhurbaşkanı yetkisini aşmıştır. Değişiklik paketinde açıkça (m. 38) bütün maddelerin birlikte referanduma sunulacağı hususu yer almaktadır. Dolayısıyla, sadece tek bir madde için referandum düzenlemek hukuka ters düşmektedir. Üstelik bu kadar masraf mantıklı ve gerekli de değildir. Cumhurbaşkanı, maaşlarla ilgili maddeyi Meclis'e iade eder. Meclis, aynı metinde ısrar ederse, Anayasa'nın 175'inci maddesine göre, Cumhurbaşkanı'nın gene referanduma gitme hakkı var. Meclis Başkanı, bir hata yapıldığını, gerekli değişikliğin gerçekleştirileceğini söylediğine göre, Necdet Sezer'in de Parlamento'ya güven duyarak, iade formülünü benimsemesi gerekmez mi? Erken seçim
Aslında her kriz, bir fırsattır. Bu durumda, referandum ile birlikte, pekâla erken seçim gündeme gelebilir. Ama acaba, seçimi telâffuz eden muhalefet partileri, samimiyetle seçmen karşısına çıkmak isterler mi? Bence hayır. Çünkü Erbakan'ın da Tayyip Erdoğan'ın da siyasi yasak meselesi hal edilemedi. DYP'nin oyları ise, baraj sınırında dolaşıyor. "Her geçen gün, DYP'nin lehine işliyor" diye düşünenler zaman kazanma peşinde. Bu yüzden, muhalefet, bir yandan erken seçim talebini telâffuz ederken, diğer yandan, referandumu erken seçim fırsatına dönüştürme konusunda ayak sürüyor. Bakalım, milletvekillerinin özlük haklarını da içine alacak yeni bir pakette, siyasi yasakların kaldırılması hususunda uzlaşma sağlanabilecek mi? Yasaksız bir Türkiye arayışı Parlamento'nun da itibarını arttıracaktır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |