|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Resmî söylem, bu ülkede yaşayan insanların kimliğini belirlemeye yönelik tanımlarda hiç bir zaman dine atıfta bulunmaz. Dine atıfta bulunulan biricik nokta, onun kültürel kompozisyonda sahip olduğu düşünülen yerdir. O yer de, büyük ölçüde Ziya Gökalp'in üçlemesinde temelini bulur. Dini ne kadar hayatımızın dışına itmeye çalışırsak çalışalım, öyle bir nokta geliyor ve şartlar öyle oluşuyor ki, birileri size, belli bir dinden olduğunuzu hatırlatmak zorunda kalıyor. Ve siz, istemeseniz de, bu hatırlatmayla sarsılıyorsunuz. Çok yakın geçmişte bu durum Bosna'da yaşandı. Uzun yıllar boyunca dinlerini unutmuş görünen Bosna halkı, Yugoslavya'nın parçalanmasından ve oralı insanların birbiriyle savaşmaya başlamasından itibaren kendi dinî kimliklerini de, yalnızca hatırlamak değil, fakat aynı zamanda öğrenmek zorunda kaldıklarını da farkettiler. Afganistan'a açılmış şu son savaş esnasında aynı durum Türkiye'de yaşayan insanlar için de söz konusu oldu. Başkan Bush'un sürçü lisan gafı da bu ülkede yaşayan insanlara Müslüman olduklarını hatırlattı. Onun, bilahare düzeltip özür dilediği "Haçlı Seferi" gafı, eğer gaf olmayıp da bir doğruyu ifade etmiş olsaydı, bu ülkede yaşayan herkes Haçlı salvosundan nasibini almaktan geri kalmayacaktı. Bu ne demeye geliyor? Eğer Haçlı âleminden Hilâl âlemine yönelik bir saldırı gerçekleştirilmiş olsaydı, bu saldırıyı tertipleyenler, Hilâl âleminde yaşayan, o topraklara mensup insanlara, onların dinî akıdesine bakmaksızın, bu demektir ki, onların arasında ateist olan var mı, dahası kendi dinine (İslam'a) düşmanlık duyan var mı, yok mu, ayırmaksızın hepsini bir kap içinde değerlendirecek ve onların topuna birden aynı muameleyi (Müslüman muamelesini) yapacaktı. Durumun böyle olduğu farkedilmiş olduğu için de, gündelik hayatında dinî ritüelle hiç bir ilişkisi bulunmayan kesimdeki insanlar bile birdenbire ürktü. "Haçlı Seferi" sözünün sakladığı derin ve vahim gerçekliği hisseder gibi oldu. Böyle bir savaşın, tıpkı Afganistan'a yağdırılan füzelerin asker, sivil ayrımını yapmayı becerememesi gibi, Müslüman olanla olmayanı ayıramayacağını gördü. Böylece aslında kendi kimliğinin, o kimliğin temelinin farkına varılmasının yolunu açtı. Her sürçü lisan, elbette, zihin derinliklerinde gizlenmiş bulunan bir gerçekliğin itirafı mesabesindedir. Her kimlik de, üstü ne kadar örtülmüş olursa olsun, ne kadar küllenmiş olursa olsun, ne kadar paslanmış olursa olsun, belli bir cevherin külü veya pasıdır. Cevher o pasın altındadır, biraz kazınınca görünür. Böyle bir Haçlı Seferi karşısında dindar olsun, dinsiz olsun; başını açan olsun, örten olsun; başını örtmeyi seven olsun, örtüye düşman olan olsun, topu bir suda bir tahtada yunup arınır! Müslüman'a husumet besleyen bile orada Müslüman sayılır. Bir insanın gerçek kimliği böylesi kritik zamanda ortaya çıkar. Not: Değerli yazarımız Rasim Özdenören'in önceki haftalarda yazdığı "Şeyh-i San'an'ın Hikayesi"ni toplu olarak okumak isteyen okuyucularımız yazılara, aşağıdaki linkten ulaşabilirler.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |