|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Benim için sürpriz, Hasan Pulur'un şu cümleleri oldu: "Doğu Anadolu'da kaç gün dolaştık, geldik, yüzlerce kişiyle konuştuk, sorularını cevaplamaya çalıştık. Konuştuklarımızdan hiçbiri bize Üzeyir Garih cinayetiyle ilgili tek bir soru sormadı; Nail Güreli'ye de sormamışlar. Acaba bunu 'Medyanın gündemiyle, Doğu halkının gündemi çok farklı' diye yorumlayabilir miyiz?" (Milliyet, 31 Ağustos 2001) Milliyet yazarlarının TIR ile dolaştığı yerlerde insanlar hunharca işlenmiş ve fâil(ler)i hâlâ yakalanmamış Üzeyir Garih cinayetiyle ilgilenmiyorlarsa gerçekten, olayı, Hasan Pulur'un dediği biçimde yorumlayabiliriz... Ancak, benim gittiğim her yerde, sadece dostlarım değil tanımadığım insanlar da, yanıma kadar gelme zahmetine katlanıp aynı soruyu soruyorlar: "Cinayete ne diyorsunuz?" Ne diyeceğim! İlk günden beri ortalıkta dolaşan 'kirli bilgiler' karşısında ağzım açık dolaşıyorum. 'Post-modern' bir olay yaşadığımız kesin de, ister sıradan ve tesadüfî bir cinayet isterse hesaplı işlenmiş olsun, cinayet sonrası müthiş bir yönlendirme kampanyasına mâruz tutulduğumuza hiç kuşku yok... Bence bir odak, işlenmesinde bir katkısı yoksa bile, işlendiğini haber alır almaz Üzeyir Garih cinayeti üzerine atladı ve istediği sonucu almak için onu kullanıyor... Hasan Pulur'a sormasalar bile, daha ilk andan itibaren, cinayetle ilgili gelişmeleri yakından izliyor insanlar. Bu kadar kısa süre zarfında bu kadar çok senaryo üretildiğine, bu işlere çok meraklı olduğum halde, bugüne kadar ben bile tanık olmadım. İnsanımızın kafasının en üretken olduğu bir haftayı geride bıraktık... Osman Ulagay'a, Urfalılar, "Cinayet GAP yüzünden işlendi" demişler (Milliyet, 1 Eylül 2001); yakın bir dostum daha ilk gün aynı tezi bana aktarmıştı. Pek çok kişi, "Bu, MOSSAD'ın işi" kanaatinde... Bizim polise göre, cinayeti soruşturmak üzere MOSSAD ajanlarının Türkiye'ye geldiği bilgisi doğru değil. Zaman gazetesi de, "Gelmelerine gerek yok, çünkü MOSSAD'ın iki bürosu 1993'ten beri Türkiye'de yerleşik" ayrıntısını nakletti. Bir başka 'uzman' görüş, "Kurban, mezarlığa, kâtiliyle buluşmaya gitmişti" demekte. İnsanların ağzını torba gibi büzmek mümkün olmadığı için her kafadan bir ses çıkıyor. Bir gazeteci, içişleri bakanına, "Cinayet cinsel motifli olabilir mi?" diye bile sormuş; bakanın cevabından 'imalı' sonuçlar çıkaranlar da oldu... MOSSAD cinayet işlemez mi, işler elbette. Kendisine kurban seçtiği kişi kendi dininden biri de olabilir... Ancak, "MOSSAD, Garih'i diyalogçu kişiliği yüzünden, ya da Şaron'u eleştirdiği, Arafat'ı dost bildiği için öldürdü" demek yeterli değil. Sadece İsrail'de, Şaron'un politikalarını benimsemeyen, Arafat'la ve İslâmî kesimle diyalogtan yana en az bir milyon Musevi yaşıyor... Garih'in mezarlığa kâtiliyle buluşmaya gittiği teorisi de "Neden?" sorusu karşısında dökülüyor. Üzeyir Bey oraya en yakınlarından bile saklanması gereken 'kirli bir iş' için gittiyse onu bilemem; ancak herkesle barışık birinin 'gizli buluşma' ihtiyacı olamaz... Buluşacağı her kişiyle istediği her yerde dikkat çekmeden görüşebilirdi; onun ilişkilerinin genişliğini bilenler, kendisini yadırganacak biriyle görseler bile önem vermezlerdi... Bir soruya cevaben bakan ağzından çıkan, "Cinsel tercihiyle ilgiliyse..." diye başlayan cümlesini maksadı aşan bir ifade olarak görme eğilimindeyim ben. Cinayette böyle bir 'motif' söz konusu olsaydı, daha ilk günden öğrenilir ve ilgi de o andan itibaren düşerdi... Oysa, görüyorsunuz, ne olduğu tam anlaşılamadığı için, yıllar öncesi tek kanallı TRT'de hepimizi evlere bağlayan Dr. Kimble'lı 'Kaçak' dizisi izler gibi izliyoruz olup bitenleri... İşlemediği bir cinayetle suçlandığı için mâsumiyetini ispat amacıyla kaçıp duran Dr. Kimble'ı hatırlayışım boşuna değil. İkinci günden itibaren devreye sokulan 'firari er', sanki çokça Dr. Kimble izlemiş birinin yazdığı senaryoya dönüştü. Tahsilsiz bir Hasbi Tembeler'den bir Dr. Richard Kimble çıkarmak bizim senaristin daha usta olduğunun işareti. Pijamasıyla kışladan kaçan er bir haftadır bulunamıyor. Bankamatik kartını Beşiktaş'ta kullandı. Eri Ümraniye'den Üsküdar'a her yerde gören var... Gaybubeti beş güne çıkınca Ankara'da ve İzmir'de gördüğünü iddia edenler de çıkmaya başladı. Bir hafta daha geçsin, New York veya Sydney'den de "Burada görüldü" haberleri yağmaya başlar... Ben hâlâ, ilk gün verdiğim tepkide olduğu gibi, Üzeyir Garih'in başına gelenin sıradan bir cinayet olduğuna inanıyorum; başka türlü açıklamalar aklıma yatmıyor çünkü. Ancak, cinayetin, kötü amaçlı birileri tarafından, çok başka bir sonuç almak üzere kullanıldığı kanaatim büyüdükçe, 'tesadüfî cinayet' teorime olan inancım da zayıflıyor. Gerilimi biraz daha devam ettirirlerse, bunu yapanların cinayetten de sorumlu olmaları gerektiğini düşünmeye başlayacağım... Bildiğim şu: Hepimizi kuşkucu, vesveseli, komplolara inanan birer 'hasta' haline getirmeye çalışanlar var. Dün, hemen her gazetede, daha başlığında 'komplo' sözcüğünü kullanan bir veya birden fazla makale vardı. "Komplo yok" demek için yazılmış olsalar bile, yazanların zihninde, "Acaba komplo mu?" sorusunun yattığı o yazılardan o kadar belli ki... Ne yaparsak yapalım, akıl sağlığımızı korumamız şart...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |