|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Sadece, 21 Şubat'ta patlayan bombanın yarattığı sarsıntı ile izah edilemeyecek ölçüde derin bir ekonomik ve sosyal krizin içinde bulunuyoruz. Topyekün bir umutsuzluk, topyekün bir yenilmişlik ve topyekün bir değerler erozyonu aynı anda, aynı şiddette tezahür ediyor. Her kesimden insanların elde ettikleri sabit ve değişken ücretler hızla düşüyor, temel ihtiyaçların karşılanması giderek daha da zorlaşıyor. Büyük çoğunluk, yoksulluk sınıra yaklaşmanın dehşetini yaşarken orta ve üstü sınıflar da alıştıkları hayat standartlarını kaybediyor. Peki, bir daha bu durumla karşılaşmamak için yapılması gerekenin ne olduğunu biliniyor mu? Bu sorunun cevabı; kamu kaynaklarının, görev zararı ya da değişik şekillerde krediler yoluyla bazı kişilere ve kesimlere hortumlatılmaması mıdır? Bu cendereden çıkmanın yolu, kamu harcamalarının kısılması ya da özelleştirmenin hızla yapılması mıdır? Ülkenin bugün içinde bulunduğu dramatik tablo; sözgelimi, son on yılda 100 milyar dolar borçlanmamıza yol açan dış kaynağın rasyonel kullanılmasıyla düzeltilebilir mi? Daha kestirme bir soru: Bugün gelinen noktanın tek kilometre taşı, 21 Şubat'ta kucağımıza ateşten bir top olarak düşen krizi var eden, finansal unsurlar mıdır? Bu soruya "evet" dersek ve bunun gereğini yapabilirsek belki Hazine'nin mali disiplinini sağlama ve ödemeler dengesini iyileştirme yolunda adım atabiliriz. Ama asla, bugün yaşadığımız tabloyu yaratan gerçeklere ulaşmış olmayız. Çünkü, Türkiye'nin bugününe gelinirken tek kilometre taşı 21 Şubat 2001 değildir. Daha önce 28 Şubat 1997 vardır ve bu tarihin önünde ve arkasında daha bir dizi, en az 21 Şubat şiddetinde sosyo-politik çalkantı vardır. Krizin temelde siyasi olduğu saptaması ortadayken, bu ülkede neden güvenilir bir siyasi yapı olmadığının araştırılması mecburiyeti vardır. Suç sayılan düşünceler, yasaklanan politikacılar, kapatılan partiler ve masa başında tanzim edilen hükümetler gerçeği vardır. Bütün bunların üzerinde, attığı her adımda hukuku, demokrasiyi ve en az bunlar kadar önemli olan bu ülke insanlarının bir arada yaşama sözleşmesini pervasızca çiğneyen bir toplum mühendisliği merkezi vardır. Krizin sorumlusunu aranıyorsa önce, Türkiye'yi ekonomik bunalıma, örselenen iç barışa, itibarsız dış politikaya ve maneviyatsızlığa mahkum eden bu toplum mühendisliği faaliyeti sorgulanmalıdır. Ülkenin barış içinde ve müreffeh yaşaması hedefi samimi ise, sadece 21 Şubat'ın değil, 28 Şubat'ın hasar tesbitinin de yapılması lazımdır. Millet iradesinin hortumlanmasının, bankaların hortumlanmasından daha ciddi bir sorun olduğunu kafamıza sokmalıyız. 28 Şubat, dindarları ve onların temsilcilerini boğmaya çalışırken 70 milyonun da bu anlamsız saldırının bedelini ekonomik ve sosyal kriz olarak bağıra bağıra ödediğinin farkına varmalıyız. Hiçbir kişinin, kurumun ve zümrenin; ne dindarlara hayatı zindan etmeye ne de bu faaliyetin faturasını ülke insanlarının tamamına ekonomik kriz ve ahlaksızlık olarak ödetmeye hakkı vardır. Gerçek şu ki, bu ülkenin imanını çalanla, parasını çaldıran aynı şapkanın altındadır... Şu halde; bu hükümeti kim kurdurmuş ve paçalardan akan pisliğe rağmen kim hâlâ devamını temin etmeye çalışıyorsa ekonomik krizin suçlusu o'dur. Kim parti kapattırarak, yasak koyarak siyaseti tanzim ediyorsa çöküşün bedelini de o ödemelidir. Kim, bugüne kadar kendisini devletin yerine koyup millete sürü muamelesi yapmışsa, şimdi ülkenin içinde bulunduğu dramatik tablonun hesabını o vermelidir. Halk, son şansı olan bu hesabı çekinmeden, korkmadan sormalı, suçluyu cezalandırmalıdır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |