T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Hangi cinayet?
Hangisi cinayet?

Bir haftadır, Eyüp mezarlığında işlenen esrarengiz Garih cinayetiyle yatıp, Garih cinayetiyle kalkıyoruz. Aslında cinayetin kendisinden çok, cinayet üstüne geliştirilen / üretilen söylemler / senaryolar / hikayeler üzerinde durmak, Türkiye'nin nasıl bir haleti ruhiye içinde bulunduğunu kavramak bakımından çok daha anlamlı ve hatta çok daha önemli gibi geliyor bana. Garih cinayeti üstüne geliştirilen söylemler (farklı aktörler tarafından üretilen, ortaya atılan senaryolar), Garih cinayetinden çok daha vahim ve de canice!

Garih cinayeti dolayısıyla geliştirilen söylemler (senaryolar) her geçen gün yepyeni, esrarengiz boyutlar kazanıyor. Bu söylemler (senaryolar), Hollywood yapımı dizilere de, Latin Amerika dizilerine de, polisiye romanlara da taş çıkartacak kadar hızlı gelişiyor ve değişiyor: Öyle ki, "artık her an, her şey olabilir" diyor ve üretilen senaryoları medyadan büyük bir merakla ve heyecanla izliyoruz: Bir toplumu aptallaştırmanın, uyutmanın; hem ülke sorunlarına, hem de kendi özel sorunlarına yabancılaştırmanın; bir toplumun duyarlığını, hassasiyetini tuzla buz etmenin bundan daha vahim ve "canice" bir yolu, yordamı ve yöntemi keşfedilmedi henüz!

Evet, artık çok iyi biliyoruz ki, her an her şey olabilir!

Türkiye'de de öyle gitmiyor mu işler? Her an her şeye hazırlıklı olmamız istenmiyor mu bizden? Doğal depremlerden siyasi depremlere, kültürel depremlerden (şoklardan), paparazzi dünyasından yaşanan pornografik terapi, arınma, tapınma, sağaltma ve ayartma şoklarına, seanslarına kadar artık her tür şoka alışmamız isteniyor bizden. Ve alışıyoruz da.

O yüzden Garih cinayeti konusunda geliştirilen senaryolar, kullanıma ve dolaşıma sokulan, artık dayanıksız tüketim malları arasına giren "bilgi"lere, yani birbiriyle handiyse hiçbir alakası ve bağlantısı olmayan "bomba haberlere"e, "son dakika haberleri"ne fena halde iyi alıştığımızı, alıştırıldığımızı gösteriyor.

Tüm bunlar neyi gösteriyor? Şunu: Ülkedeki iktidar aygıtlarına hakim olan güçler, birbiriyle hiçbir alakası olmayan ve her an değişen bu "senaryolar" veya "çağdaş masallar" üzerinden malı götürüyorlar!

Walter Ong, "eğer bilgi güç'se, bilginin nasıl üretileceğinin bilgisi, güç üstüne güç'tür" der. (Knowledge and the Future of Man, 1969: 3).

Francis Bacon'dan bu yana "bilgiye sahip olmak gücü ele geçirmek" olarak algılanıyor Batıda. Artık çağımızda bilgiye sahip olmak, gücü ele geçirmek için yeterli görülmüyor. Bilgi üretmenin bilgisine sahip olmak gerekiyor. Televizyonların, gazetelerin yaptığı şey tam da böylesi bir şey.

Ama olay, bununla sınırlı değil. Hele de Türkiye gibi medyayı kendi iktidarlarını ve çıkarlarını pekiştirmekte kullanan bir avuç güç ve çıkar odakları sınıfının her şeye hakim olduğu, medyayı da istedikleri gibi yönlendirdikleri, adeta psikolojik savaş makinası gibi kullandıkları bir ülkede olay, kesinlikle bu kadarla sınırlı olmuyor: Bilgi üretmenin bilgisine sahip olan medyaya hakim olan, medyayı bir "silah" gibi kullanan bir güç ve çıkar odağı veya "esnaf"ı (hem tüccar, hem de kast / sınıf anlamında esnaf) milletin kanını emiyor, canına okuyor!

Medya, totaliter, kara ruhlu ve muhteris tiplerin hakim olduğu ortamlarda, bilgi üretmenin bilgisini üreten bir araç olarak, aslında çağımızda tam bir "cinayet makinası" gibi iş görüyor. İşte şimdi, cins düşünür Paul Virilio'nun, "film çekmekle, silah çekmek aynı şeylerdir" veya Heidegger'in "kamera, izleyiciye yöneltilmiş bir silahtır" şeklindeki çarpıcı gözlemlerini daha iyi anlayabiliyoruz. Medya, her şeyi çerçeveliyor, bakışımızı kendisine çevirtiyor ve bize tam anlamıyla "madik atıyor"!

Şu Garih cinayetinin, medyanın, bu denli yaygın olmadığı bir zaman diliminde işlendiğini düşünün; bana sonuna kadar hak vereceksiniz.

Bütün birinci sınıf iletişim teorisyenlerinin ve düşünürlerin söylediği şey, bilginin anlamını ve işlevini tümüyle ters yüz eden ve sözümona "bilginin bilgisini üreten" medya teknolojisinin iletişimi kolaylaştırmadığı, aksine iletişimsizlik ve dolayısıyla duyarsızlık, kayıtsızlık ve çaresizlik ürettiği gerçeğidir: Medya teknolojisi, bizim yakın geçmişimizle ve geleceğimizle irtibatımızı kesiyor ve her şeyi, anlık zamana (ayrıntılara) indirgeyerek, gerçekleri yeniden, alakasız ayrıntılardan yola çıkarak yeni bir şekilde paketleyerek, ambalajlayarak sunuyor ve böylelikle gerçekleri buharlaştırıyor. Her şeyin izafi olduğu bir dünya yaratıyor. Hayatı atomlaştırıyor; parçalıyor. Her şeyin atomlaştığı, gerçeğin ayrıntılarda gizli olduğunun söylendiği bir dünyada, artık "şeytan, ayrıntılarda gizlidir" diyor ve dedirtiyor!

O halde sormanın tam zamanı: Hangi cinayet, gerçek cinayet sizce? Neresinden bakarsanız bakın tastamam sanallaştırılan, buharlaştırılan, anlamını yitiren Garih cinayeti mi; yoksa bizim sanal gerçekler ürettiğini zannettiğimiz, bilginin nasıl üretilmesi gerektiğinin bilgisini üreten, (Garih cinayeti üstüne her geçen gün birbiriyle alakasız senaryolar üreten) medyanın ürettiği "cinayet" mi?


5 Eylül 2001
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED