|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
George W. Bush, dün 'Amerikan ulusu'na hitaben yaptığı radyo konuşmasında, dün bu köşede yer alan bir 'gözlemim'le şaşırtıcı bir paralellik ortaya koydu. 'Amerika'nın barbarların saldırısına uğradığını' söyledi. Ben de, Roma İmparatorluğu ile Amerika arasında bir karşılaştırma yapmış ve devrinin 'süperdevleti' ve aynı zamanda bir 'hukuk devi' ve 'askeri devi' olan Roma'nın, 'barbar' diye nitelenen 'Vandal akınları' sonucunda zayıflayıp çöktüğünün altını çizmiştim. Bu noktadan hareketle, Amerika'nın bu tür saldırılar sonucu çözülüp yıkılacağını söylemiyorum. Dönemler, 'değerler' ve 'güç tanımları' çok değişti ve çok farklı. Yine de, Amerika'nın New York'taki İkiz Kuleler'e ve Washington'da Pentagon'a yönelik saldırılar karşısında ciddi olarak sarsıldığı ve onunla birlikte tartışmasız lideri olduğu 'uluslararası sistem'in de sendelediği bir gerçek. Amerikan Başkanı George W. Bush, New York saldırısını 'uzun bir savaşın ilk muharebesi' olarak niteliyor ve bugüne dek 'Amerika'ya saldıranların kendi mahvlarını hazırladığını' hatırlatıyor. Doğru söylüyor. Örnekler, Birinci ve ikinci dünya savaşları… Özellikle ikinci savaşta, Amerika, kendisine saldıran Japonya'yı Hiroşima ve Nagasaki'deki 'nükleer bombardıman'la dize getirmişti. Ancak, Amerika dahil olduğu her askeri harekattan galip çıkmadı. Bir 'saldırı savaşı' yürüttüğü Vietnam'dan yenik çıktı. Kore Savaşı ise berabere sonuçlandı. Körfez Savaşı'na önderlik etti; askeri zafer kazandı ama bunu tümüyle 'siyasi sonuçlar'a tercüme edemedi. Bazı durumlarda ise askeri sonuç da alamadan 'operasyon alanı'nı terketti. Örneğin, Somali. Örneğin, 256 deniz piyadesinin havaya uçtuğu Lübnan. Bu alanları daha fazla kayba yol açmadan terketti. Buna karşılık, tek bir askerinin burnu kanamadan Bosna'da ve Kosova'da Sırplar'ı amansız hava bombardımanı ile dize getirdi. Şu sıra tüm işaretler, Amerika'nın Afganistan'a yönelik olarak bir harekat hazırlığı içinde olduğunu gösteriyor. Pakistan, Körfez Savaşı'nda Kuveyt'e ilişkin Suudi Arabistan'ın konumunu andırıyor. Ancak, benzerlik o noktada sona eriyor. Orada Suudi Arabistan, Kuveyt'e işgal etmiş bulunan Irak birliklerinin tehdidi altındaydı. Oysa, Pakistan, Afganistan'daki Taliban yönetiminin tehdidi altında bulunmadığı gibi, Taliban'ın baş destekçisi durumunda. Benzerlikler birçok başka noktada da ortadan kalkmış halde. Afganistan, Bosna ve Kosova'daki Sırplar gibi amansız hava bombardımanıyla 'diz çökecek' bir ülke değil. Hindikuş ve Pamir yüce dağlarının yardığı vahşi coğrafyasıyla, yüzölçümü Türkiye'nin üçte ikisi kadar büyüklükte bir ülke. Çok geniş çaplı bir kara savaşı olmadan, Afganistan'ı kontrol altına alabilmek mümkün gözükmüyor. Bunun için, Amerika'nın artık 'Vietnam sendromu'nu geride bırakması ve 'askeri doktrini'ni değiştirmesi gerekiyor. Ayrıca, Pakistan'ın bir 'Amerikan' ya da 'Müttefik harekat üssü' haline gelmesi, Pakistan'ın kendisini de bir cephe haline getirebilir. Afganistan ile Pakistan arasında toplumun 'kılcal damarları'nda girift ve 'dokusal' bağlar var. Afganistan'daki İslamcı gruplar, aslında Pakistan'dakilerin uzantısı gibiler. Bütün bu olgular, Amerika'nın 'askeri başarı imkanları'nın da ilk bakışta gözüktüğünden daha zor olduğuna işaret ediyor. Amerika'nın, Roma İmparatorluğu ya da geçmişteki kendi siciliyle karşılaştırıldığında en büyük 'avantajı', geniş bir 'uluslararası konsansüs'e dayanması. NATO, tarihinde ilk kez 'müttefik bir ülke topraklarına yapılmış bir saldırı tüm NATO üyesi ülkelere yapılmış sayılır' şeklinde yorumlanabilecek 5. maddeyi işletme kararı aldı. Arap Birliği dahi Amerika ile dayanışma içinde olduğunu ilan etti. Rusya ve Çin, 'uluslararası sistem' dışındaki 'aktörler'in 'belirleyici rol'e sahip olabileceğinden ürkerek, 'terörizme karşı Amerika ile beraber' görünüyorlar. Pakistan, Amerika ile nasıl işbirliği yapabileceğinin imkanlarını araştırıyor. Ancak, bu 'avantaj'ın 'konvansiyonel tipte olmayan' bir 'düşman' karşısında nasıl harekete geçirilebileceğini kestirmek kolay değil. New York ve Washington saldırılarının sıcaklığında, NATO'nun 5. maddesinin harekete geçirilebilmesi anlaşılabiliyor ama 'uygulama aşaması'nda ve saldırıların tozu dumanı nisbeten dağıldıkça, Amerika ve müttefikleri arasında 'meşru farklılıklar'ın kendilerini göstermemesi de düşünülemez. Nitekim, Tony Blair'in ilk Dışişleri Bakanı Robin Cook'un danışmanı David Clark, önceki günkü The Independent'te makalesinde, Amerika'nın atacağı 'askeri adımlar'da İngiltere'ye dahi tümüyle güvenemeyebileceğini ima eden değerlendirmelere yer vermişti. Clark, söz konusu makalede şöyle diyordu: "Üçüncü bir tarafa yönelik bir eyleme geçmeden önce kesin kanıtların ortaya konması gerekecek. Eğer Amerika fırsattan istifade eski hesapları kapatmaya yönelirse ya da hoşlanmadığı ülkelere karşı geniş çaplı bir kampanyaya koyulursa, bunun sonucu dünya kamuoyunda daha büyük bir kutuplaşma, Batı'yı karşı kızgınlığın artması ve Amerikalılar için daha az güvenlik olacaktır." Amerika'nın 'fırsattan istifade ederek' bu yola gideceğinin işaretleri henüz yok. Hatta Amerikan Yönetimi, İslam dahil üç dine saygılı bir tutumda gayet titiz davranıyor ama 'uluslararası sistem'in içine düştüğü 'kaos', bazı devletlerin durumdan 'istifade yoluna gidebileceğini' pekala gösteriyor. Örnek, İsrail'in dün Gazze'ye karşı kara, hava ve deniz harekatına girişmesi… Amerika'nın şu sırada İsrail'in elini kolunu bağlayabilecek bir hali yok. Gücünü göstermek için yerinde duramıyor ve 'adresi silik' bir 'düşman'a karşı 'dünya savaşı seferberliği'nin yolunu arıyor. Karmakarışık bir dünyada, sağduyu ve vicdanı yitirmeden yol alabilmek, artık tüm insanlığın ortak sorunu haline geliyor…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |