T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R

Rüzgar eken fırtına biçer

Bu saldırı ile, böylesine hakkaniyetsiz bir sistemi sadece ileri askeri teknolojilerle korumanın mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Teknoloji iki ucu keskin bir kılıçtır; yeri geldiğinde onu geliştirenleri de acımadan vurur.

Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon binalarına yapılan saldırı günlerce, hatta yıllarca tartışılacak. Gerçek failler, tıpkı ABD Başkanı Kennedy'nin katilleri gibi, belki hiçbir zaman bilinemeyecek. Zevahiri kurtarmak için, ABD yöneticileri muhtemel tertipçiler icat edecek, birkaç kişi tutuklanacak, birkaç yere bomba atılacak ve defter kapanacaktır. Modern insanın en büyük yeteneklerinden biri 'unutma'dır. Günü zevkle yaşamaya o denli şartlandırılmıştır ki, boyuna zikretmeye (hatırlamaya) yönelen kadîm insanın aksine, olan biteni hemen unutmaya meyyaldir.

Bu uğrakta bir devletin güvenlik sisteminin sağlamlık derecesini değil, bir medeniyetin kendini ve başkalarını yaşatabilme yeteneğini tartışmalıyız. Elbette terörü mazur gösterecek değiliz, ama terörün yöneldiği mali/ticari/askeri sistemin küresel etkilerini göz önüne aldığımızda, asıl terörist ilan edilmesi gerekenlerin kimler olduğu karmaşık bir mesele olup çıkar. Eğer bir küresel sistemde, 400 dolar milyarderinin serveti dünya nüfusunun yarısının servetini aşmışsa; 200 transnasyonal şirket küresel yatırımların yarısına hakimse; günlük para ticareti mal ticaretinin 100 mislini buluyorsa; dünya nüfusunun onda biri onda dokuzunun hayatı üzerinde derin bir terör estiriyor demektir. Bu saldırı ile, böylesine hakkaniyetsiz bir sistemi sadece ileri askeri teknolojilerle korumanın mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Teknoloji iki ucu keskin bir kılıçtır; yeri geldiğinde onu geliştirenleri de acımadan vurur.

Müslümanlar olamaz

Saldırının boyutları o kadar büyüktür ki, ancak muazzam bir mali, teknolojik ve örgütsel güç ile başarılabilir. İslam dünyasında böyle bir birikim yoktur. Ayrıca, herhangi bir Müslüman örgüt, hem birçok masum insanın ölümüne yol açacağını, hem de misilleme olduğunda kendi sevenlerine büyük zararlar geleceğini düşüneceğinden, böyle ağır bir taarruza kalkışamaz. Müslümanlar'ın ABD ile problemleri çoğu kez doğrudan değil, dolaylıdır. Bu da saldırının başkaları tarafından gerçekleştirilme ihtimalini arttırmaktadır.

Failleri ararken şu soruları sormadan edemeyiz: Geçen yüzyıl boyunca, Amerikan operasyonlarından en fazla zarar görenler kimlerdir? Bugün Amerikan askeri varlığı en çok kimi tehdit etmektedir? Bu gibi sorulara hemen Irak, Libya, Kuzey Kore diye cevap vermek medyatik kolaycılıktır. On yıllık değil, yüzyıllık zaman perspektifiyle düşünüp cevap vermeliyiz. Bana sorarsanız, failler sistemin merkez güçleri arasındadır. Böyle bir işe ancak onların yetenekleri elverebilir. Devlet veya şirket bağlamında herhangi bir kurumu doğrudan suçlayamayız, ama makul bir analiz bizi suçluları merkeze yakın yerlerde aramaya yöneltmektedir.

ABD'nin yaptığı mali operasyonlara dikkat

Küresel kapitalist sistem, ekonomik ve askerî güç yoğunlaşması bakımından asimetrik bir nitelik arzetmektedir. Batı Avrupa ve Doğu Asya ekonomik güç bakımından ABD'ye yetişmekle beraber, askeri bakımdan onun çok gerisinde kalmışlardır. ABD bu avantajını mümkün olduğunca değerlendirmeye yönelmiş ve bir yandan Avrupa'nın (özelde Almanya'nın) Avrasya derinliğine doğru genişlemesini engelleyici bir tutum içine girmiş; diğer yandan doğu Asya ekonomilerini istikrarsızlaştıran mali operasyonları yönlendirmiştir.

Saldırı görünüşte (hatta gerçekte) Amerika-karşıtı veya küreselleşme-karşıtı belli bir terör örgütü tarafından planlanmış olsa bile, yukarıdaki analizde yer alan temel güçlerden biri tarafından desteklenmediği takdirde böylesine başarılı olamazdı. Olayı tartışırken mümkün olduğu kadar medyatik yönlendirmelerden uzak kalmalıyız. Aksi halde, olmuşu değil, 'olmuş olması gereken'i hafızalarımıza kazır, sonra da unutuveririz!

Hesap vermenin sınırlarını tanımlayın

Yaptığınız işte kimseye hesap sormayacaksanız, insanların sorumluluk duygusunu öldürürsünüz. Performansı nasıl ölçeceğinize karar verip bunu sorumlulara açık seçik bildirin.

Birkaç yıl önce danışmanlığını yaptığım bir hazır giyim firmasında, beklediğim ama gene de acayip bulduğum bir durumla karşılaşmıştım. Kendileriyle tek tek görüştüğüm bütün yöneticiler, "İdarî bakımdan kime bağlısınız?" sorusuna, "Patronlara bağlıyız!" diye cevap vermişlerdi. Patronlardan kasıt, şirketin ortağı olan altı kardeş idi. Muhasebeden pazarlamaya, toptan satışlardan personele kadar bütün müdürler patronlara bağlıydı. Elbette bu bağlılığın bir iç mantığı vardı, kaba hatlarla bir işbölümü yapılmıştı. Ama patronlar patrondu ve diledikleri zaman, diledikleri işe veya kişiye karışabiliyorlardı.

Bu yazıda o şirkette neler yaptığımızı anlatmayacağım (İşin o tarafı özel danışmanlığa girer!). Benzer şirketlerde, sistemli bir yetkilendirme ile aile örgütünü kurumsallaştırmada ne gibi kriterlere uyulması gerektiğine dair önemli bir düşünürün öğütlerini sunacağım sadece. Stephen Covey, ülkemizde özellikle Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı ve Önemli İşlere Öncelik gibi kitaplarıyla tanınıyor. ABD'nin en etkili yönetim danışmanlarından biri. İlke-Merkezli Liderlik başlıklı eserinin bir bölümünü yetkilendirmeye ayırmış.

Covey'e göre, insanları motive edip başarımlarını arttırabilmek için, örgütsel ihtiyaç ve amaçların bireysel ihtiyaç, amaç ve yeteneklerle örtüştüğü alanları tesbit etmemiz gerekir. Ondan sonra her iki tarafa da kazandıran anlaşmalar yapabiliriz. Yetkilendirmenin ilk dört şartı şunlardır:

  • 1. Çift yanlı kazanç sağlayan anlaşma.

  • 2. Özdenetim.

  • 3. Yardım edici yapı ve sistemler.

  • 4. Hesap verme yatkınlığı.

    İki tarafa da kazandıran anlaşmalar, yönetici ile astı arasındaki psikolojik bir sözleşmedir. Bu sözleşme aşağıdaki beş alana dair beklentilerle ilgili açık bir taahhüttür. Bu alanlara doğru atılan adımları iyi tartmadıkça, sağlıklı yetkilendirme yapılamaz.

    1. Önce, arzulanan sonuçları belirleyin. Ne gibi sonuçlar beklediğinizi tartışın. Kemmiyet ve keyfiyet (nicelik/nitelik, kantite/kalite) konusunda görüşünüzü netleştirin. Bütçe ve programınızı hazırlayın. İnsanları sonuç almaya yönlendirin, fakat ondan sonra bırakın en iyi yöntem ve araçları kendileri belirlesinler.

    2. Rehber ilkeler üzerinde uyuşun. Arzu ettiğiniz sonuçlara ulaşmak için gerekli ilke, politika ve prosedürleri aranızda konuşun. Örgütün özgürlük ve esnekliğini kısıtlamamak için elden geldiğince az sayıda prosedür belirleyin.

    3. Eldeki kaynakları belirleyin. Arzu ettiğiniz sonuçlara ulaşmak için kullanılacak mali, beşeri, teknik ve örgütsel kaynakları tek tek sayın. Enformasyon, iletişim veya eğitimle alakalı yapısal ve sistemsel düzenleme ve süreçleri ortaya koyun. Bu kaynakların genel kullanım ilkelerini belirleyin, ama mümkün olduğunca kısıtlayıcı olmayın ki astlarınız girişimci gibi hareket edebilsinler. Şirkette girişim ruhu olan tek kişinin siz olduğunu düşünüyorsanız, sakın işletmenizi büyütmeye kalkmayın!

    4. Hesap vermenin sınırlarını tanımlayın. Yaptığınız işte kimseye hesap sormayacaksanız, insanların sorumluluk duygusunu öldürürsünüz. Yöneticiler, kötü sonuç alındığında, "yağmur yağdı, saha çamur oldu!" türünden bahanelere sığınmaya başlarlar. Performansı nasıl ölçeceğinize önceden karar verin ve bunu yetkilendirdiğiniz kişilere açık seçik bildirin.

    5. Sonuçların etkilerini değerlendirin. Arzulanan sonuçlara ulaşılsa da ulaşılmasa da, bunların etkilerini önceden ve sonradan tartmaya, anlamlandırmaya çalışın. Bunu yapmazsanız, ya yetkilendirdiğiniz kişileri gereksiz yere yüceltir veya gücendirirsiniz.


  • 16 Eylül 2001
    Pazar
     
    MUSTAFA ÖZEL


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür

    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED