T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Siyasal İslam'ın çok zor sınavı!..

Türk siyaset ve düşünce hayatında en büyük "değişim"i, açıkçası "Siyasal İslam" gerçekleştirdi..

Bu değişim, "isteyerek" mi oldu, yoksa "mecburiyetten" mi konusuna girmiyoruz..

Ama oldu işte..

"Batı Kulübü düşmanlığı"ndan çıkılarak, Batı'nın hukuk kurumlarına ve "Amerikan tarzı laiklik"e duyulan hayranlıklar ve güven seslendirilmeye başlandı..

"Muhafazakâr Demokrat" veya "Liberal Gelenekçi" gibi kavramlar, telaffuz edilir oldu..

Şimdi Amerika'nın "Müslüman teröristler"e karşı duyduğu öfke ile global çapta yayılan "kültürler savaşı", bizdeki Siyasal İslam'ın değişim çabalarını da, olumsuz etkileyebilir.

Demek ki, dikkatli ve bilinçli davranması gerekiyor bu kesimdeki düşünce üreten merkezlerin ve Siyasal İslam'ın sözcülerinin..

1'inci mesele şu..

1 Şubat 1979'da Humeyni İran'a geri döndüğünden beri, hem bizde, hem de dış dünyada "Ya Türkiye de İran gibi olursa" endişesi hep var..

Buna hep aynı cevap verildi..

-İran Şiidir.. Biz ise Sünni Müslümanlarız.. İran'da bir ruhban sınıfı var. "İmam"ı bekleyenler, Ayetullah'lar var İran'da.. Sünni'likte ise, ruhban sınıfı yok..

Hep böyle deniliyordu..

Oysa şimdi, bizim gibi Sünni olan Afganistan'daki Taliban daha fazla tanındıkça, bu savların geçersiz olduğu anlaşılıyor..

Örneğin biz bu satırları yazarken, Afganistan'da "Ulema Meclisi", Molla Muhammed Ömer başkanlığında toplanmıştı..

Çok dünyevi olan bir uluslararası krize, cihad çağrıları ve uhrevi yaklaşımlarla çözüm arıyorlardı..

Demek mesele, mezhebin, Sünni veya Şii olması değil..

Mesele dünyevi hukukun, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin, hiçbir inanç veya ideoloji tarafından yok edilmemesi meselesi..

"Dünya işleri" ile "dini inançlar"ın, birbirlerinin alanlarına tecavüz etmemesi.

"Farklı olan"ların, "düşman", "karşı taraf", "tehdit" olarak görülmemesi.. "Kafir", "Şeytan", "Din Düşmanı" gibi yaftalarla, dini bir faşizmin egemen olmaması..

Bir dini inancın veya bir mezhebin şekil gereklerinin, devlet ideolojisi haline dönüşüp, herkesin özel ve genel yaşamını esir almaması..

Mesele bu..

Türk Siyasal İslam'ı, bu sorunu çözmek yolunda büyük adımlar attı.. Değişti.. Demokrasinin gereklerini kabullendiğini, "siyasi rekabet" yerine "cihad"ı seçmenin mümkün olamayacağını, açıkladı..

Şimdi çoğu Hıristiyan olan dünyanın güçlü devletleri, terörizmin kökünü, İslamiyet'in egemen olduğu insan topluluklarında ve coğrafyalarda ararken, doğal olarak bu bir reaksiyon yaratacaktır..

Bu sade Türkiye'deki Siyasal İslam'ı değil, İslam dünyasındaki "değişimci" entellektüel ve siyasal odakları da, çileden çıkartabilir..

Demek, olayı "Haçlı Seferi" gibi görenlerden daha akıllı, daha bilinçli olmak şartı var..

Hiç unutmayalım.. Din, insan ruhuna, toplum huzuruna, ahlaka en büyük katkılar yapan olgudur..

Ama din, bir siyasal araç biçiminde kullanılırsa, savaşa, nefrete, kine, kargaşaya ve hatta soykırımlara sebep oluyor..

İşte Kuzey Nijerya'daki Jos şehrinde, şeriat uygulanacak zorlaması ile Hristiyanlar'ın öldürülmesi.. İşte Mısır'da Koptik Hristiyanlara, Sudan'daki Dinka'lara, Keşmir'deki Hindular'a, Doğu Timor'daki Katolikler'e karşı açılan cihadlar..

Bunların, Ortodoks Sırplar'ın, Müslüman Boşnaklar'a yaptıklarından ne farkı vardır?

Yani şu anda mesele "dini savunmak" meselesi değil, dini ne olursa olsun "terörizme karşı olmak" meselesidir..

ŞAKA

Ne biçim kafa bu?

Taliban, Afganistan'daki CNN televizyon ekibinin ülkeyi terk etmesini istemiş..

Ayıp etmiş Taliban..

Milyarlarca insan, evlerinde, bombaların düştüğünü canlı yayından izlemezlerse, savaşın ne anlamı olabilir ki?

Bunların "çağdaş uygarlık"tan hiç nasiplerinin olmadığı, besbelli..

BİRAZ TARİH

Bizi ilk tanıyan ülke Afganistan'dı!..

Afganistan, "Ankara Hükûmeti"ni ilk tanıyan ülkedir..

1 Mart 1921'de, Moskova'da imzalanan "Türk-Afgan Dostluk Antlaşması"nın ilk maddesi, "Türkiye bağımsız bir devlettir" cümlesi ile başlar..

Antlaşmanın 7'inci maddesi ile de, askeri ve kültürel alanlarda işbirliği yapılması hükme bağlanıyordu..

Bu şekilde Afgan ordusunun subayları, Türkiye'de eğitildi sonraki yıllarda.. Türkiye'den giden bilim ve düşünce adamları, Afgan üniversitelerinde dersler verdiler.. Bir Rebiî Barkın, bir Prof. Etem Menemencioğlu, Kabil düşünce hayatının yıldızları oldular..

Türkiye'nin Afganistan üzerindeki etkisi, 1928'de, o zamanki Kral Emanullah Han'ın, Atatürk'ün konuğu olarak ülkemizi ziyareti ile, zirveye çıktı.. O yıl Ankara'da imzalanan Antlaşma'da, Türk-Afgan dostluğu için "ebedi" sıfatı kullanılmıştı..

Emanullah Han, Atatürk'ün modernleşme devrimlerini de, aynen ülkesine taşımaya çalıştı.. Ama, İran'ın Atatürk'ten etkilenen Şah'ı gibi, o da başarısız oldu..

Atatürk öylesine etkiliydi ki, 1934'te İran-Afgan sınır anlaşmazlığında, Atatürk arabulucu olarak rahmetli Orgeneral Fahrettin Altay'ı gönderip, sorunu çözebiliyordu.. Sonra da 1937'de İran-Afganistan-Türkiye, "Sadabat Paktı" imzaladılar.

Yani Afganistan, hep böyle değildi..


20 Eylül 2001
Perşembe
 
MEHMET BARLAS


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED