|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Maksadım onüç yüz yıl önce, Mısır'ın fethiyle birlikte yakıldığı söylenen İskenderiye Kütüphanesi'nin vebalini Hz. Ömer'in üstüne yıkmaya çalışan garazkâr ithama Müslümanlarca veya gayrımüslimlerce ileri sürülen def'ilere bir de benimkini ilave etmek gibisinden bir hevesimin tatminini sağlamak değil. İskenderiye Kütüphanesi'ni Hz. Ömer'in yaktırdığını ileri sürenlerin başvurdukları iddialar arasında ilgi çekici görünen birisine rastladım. Bu iddiada, genel Batı kültürü ile Müslümanlar'a ait mantığın farklı düzlemlerde yer aldığı, dolayısıyla muhakeme tarzlarının farklı ilkelere dayandığını gösteren ip uçları görülüyor. Olay şudur: Mısır fatihi Amr, içinde 300.000 ciltten fazla eser bulunan İskenderiye Kütüphanesi'ndeki kitaplar hakkında ne suretle muamele olunması gerektiğini Hz. Ömer'den sormuş. Hz. Ömer de, rivayete göre şu cevabı vermiş: "Bu kitaplar ya Kur'an'a uygundur, o halde fuzulidir; yahut Kur'an'a uygun değildir, zıddır, o halde tehlikelidir; binaenaleyh her iki halde de bunları yakmalıdır." Şimdi bu cümleye Baron Carra de Vaux şöyle bir itiraz serdediyor ve diyor ki: "Bu rivayetin doğruya benzemezliği besbellidir, zira Mısır fethi vuku bulduğu devirde kitapların manastırlarda hıfzı mutad olup, halbuki Müslümanlar manastırlara riayet ederlerdi; bundan başka, o devirde Kur'an henüz neşrolunmamıştı; fazla olarak, o zamanlarda skolastik denilen safsatalı felsefe ve mantık usulü Araplarca meçhuldü. Binaenaleyh zikri geçen rivayeti Hıristiyanlar uydurmuş olsa gerektir (A. Raşit Turnagil, İslâmiyet ve Milletler Hukuku, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Y. İst. 1944, s. 43, -82 nolu dipnot-). Burada bizim dikkatimizi çeken husus, Hz. Ömer'e atfedilen muhakeme tarzıdır: de Vaux, skolastiklere mahsus bu muhakeme tarzının o dönemde Müslümanlarca bilinmediğini söylüyor. Bu, bizce üzerinde durmaya değer bir tesbittir. Sözü geçen muhakeme tarzı şeklen mantığa uygun görünmesine rağmen bir hakikati ifade etmemesi yönünden demagoji telakki edilebilecekken, bir yanıyla da mücerret bir zihnî muamelenin eseri olmak ve bir realiteye tekabül etmemek itibariyle "entellektüalizm" sayılabilecektir. Demagojinin özelliği, sureta haklı ve mantıklı görünen ifadelerle insanı kandırmaya matuf bir niyet gütmesinde görülür. Demagoji ile ya: 1. Doğru bir sözle batıl ve maksada varılır, yahut: 2. Sureta haklı ve mantıklı görünen ve fakat herhangi bir gerçekliğe tekabül etmeyen bir önerme ile insanların kandırılması sağlanır. Sonraki asırlarda da (örneğin içtihat farklılaşmalarının ortaya çıkmaya başladığı H. 150. yıllardan itibaren), Müslümanları demagojiye veya entellektüalizme sevkedecek düşünme kalıplarını kullanmaları tecviz edilmemiştir. İmdi, bu mülâhazaların bir Müslüman'ın gündelik hayatındaki yerinin ne olduğu sorusu akla gelebilir. Bir Müslüman, gündelik hayatında bir fetva istihsaline ihtiyaç duyduğunda, o fetvanın nihai temyiz merciinin o insanın vicdanı olduğunu söyleyebiliriz. Fetvanın surî mantıka uygunluğundan ziyade, onun vicdanen tatmin edici olup olmadığını öne çıkardığımız anlaşılıyor. Böyle bir vicdan testinin Müslümanları gündelik hayatlarında iki yüzlü, riyakâr, mürai ve münafık olmaktan koruyacağını ileri sürebiliriz. Batılı insanın vicdanı yoktur demek, elbette abestir... Ancak Batılı insanın zihniyetini oluşturan ögelerin arasında onu demagojiye ve entelektüalizme sevkedebilecek ögelerin bulunması, onların bu tür tuzaklara düşme riskini arttırmaktadır. Gündelik muamelatın normal akışını izlediği durumlarda mesele yokmuş gibi görünebilmektedir, ama bu muamelattaki sapmalar onların çifte standart uygulamaya teşebbüs etmelerinin yolunu açabilmektedir. Gündelik hayatında hukuka uygun davranmayı erdem sayan insanların, olağanüstü durumlarda hukuktan ayrılmayı caiz görmesi aynı zihniyetin ürünüdür. İlmin olduğu gibi, adaletin de butlanı, onun müntehasında belli olur; her şeyin güllük gülistanlık sürdüğü yerde ve zamanda değil...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |