T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bir Tarık Ali masalı

Kolonyal kültür atmosferinde yetişen entellektüellerin çoğu derin bir kimlik çatışması yaşarlar. İçinden çıktıkları toplumla, kültürüyle ilişkileri sorunludur. Entegre olmaya çalıştığı kolonyalist toplumun dışlayıcılığı ile benimsediği Batılı değerler arasında entelektüel kişilik/kimlik sorunlarıyla yüzyüzedir. Bunun somut örneğini bu yılki Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan "sir" unvanlı bir Trinidatlı Naipaul'un Doğu'ya/İslam'a bakışında gözlemleyebiliriz. Bir İngiliz aristokratından daha mağrur görünümlü bu sömürge aydınının Müslüman toplumlara bakışı tam bir klasik oryantalist bakışı yansıtıyor. Aynı türden travmayı yaşayan Selman Rüşdi'nin İslam'a yönelik tavrında somutlaşan husus, sömürge toplumlarından çıkıp efendileri nezdinde değer sahibi olmanın; aydınlanmanın ulaşmadığı karanlık Doğu'nun itici yüzünü sergilemekten geçtiği tezini destekler nitelikte. Hatta, bu özellik o kadar baskın hale geliyor ki, varsa, bu yazarların sanatsal ve entelektüel birikimlerini bile gölgede bırakan bir oryantalist bakış, ait olmadığı ırk adına ırkçı bir tavır içeriyor.

Tüm bunları yazmamın nedeni İngiltere'nin tanınmış sol yazarlarından Tarık Ali'nin başına gelenler. Tarık Ali, Almanya'da İslam konusunda katıldığı iki günlük bir toplantıdan dönerken havaalanında polis tarafından bir süre gözaltına alınmış. Üstelik polisin gerekçesi çok ilginç, çantasından çıkan, kendisine hediye edilmiş Marks'ın Almanya'da basılmış, Almanca bir kitabı. Muhtemelen Tarık Ali'nin Doğulu görünümünden hoşlanmayan Alman polisin söyledikleri daha da ilginç: 11 Eylül'den sonra böyle kitaplarla seyahat edemezsiniz (alıntı dünkü Radikal'den).

Tarık Ali, İngiltere'deki sol-marksist geleneğin tanınmış isimlerinden biri. 68 hareketinin öğrenci liderlerinden. Aslen Pakistanlı olmasına rağmen İngiltere gibi Batılı bir toplumun entelektüel ortamında isim yapabilmiş az sayıda Doğulu -belki Müslüman kökenli demek daha doğru- isimden biri. Sanat ve edebiyat ortamının yanısıra televizyon programlarından siyasi polemiklere kadar bir yığın konuda kamuoyuna görüşleri yansıtılan isimler arasında ilk akla gelenlerden..

Le Monde'un son sayısında, solcu bir aydın olarak Amerika'nın terörle mücadele yöntemini eleştiren yazısında, İslam dünyasındaki entelektüel oluşumları, siyasi ve sosyal hareketlerin tümünü indirgemeci bir tarzda ele alıyor. Tarık Ali'nin yazısı tipik bir sömürge aydınının bakış tarzını yansıtıyor.. İslami oluşumların tümünü ABD desteğine indirgeyen toptancı yaklaşımla Müslüman entelektüellerin İtalyan faşizminden etkilendiklerini, hatta Fransa'daki Le Pen'in Milliyetçi Cephe'si ile örtüştüklerini iddia edebiliyor. Afgan cihadını tümüyle Amerikan desteğine bağlayan, hatta Bin Laden'den ibaret gören gözü kapalı aydın yaklaşımını geride bırakacak genellemelerle sürdürüyor yazısını.

İlerlemeci milliyetçiler

ABD'nin komünizm ve ilerlemeci milliyetçilik gibi ilerici oluşumları engellemek için gerici İslamcılar'ı desteklediğini söyleyip işin içinden çıkıyor Tarık Ali. Huntington'un medeniyetler çatışması tezine karşı çıkarak İslam dünyasının sanıldığı gibi olmadığını belirtirken, belki de içerden biri olmak gibi bir avantajı kullanarak cesaretle atlıyor. Mesela bu ilerlemeci milliyetçiler arasında Sovyet kuklalığı yapmış Necibullah bile var (bu arada Amerika'nın desteklediği, Necibullah'ın yakın dostu Raşit Dostum'u nereye koyduğu merak konusu). Arap milliyetçiliği ile sosyalizmi sentezleyen Nasır gibi diktatörler Ali'nin ilerlemeci milliyetçileri arasında yer alıyor.

Amerika'nın antikomünizm adına Müslüman ülkelerde operasyonlar düzenlediği, komünist örgütleri ezdiği doğru. Ancak İslami (buna dini uyanış demek daha doğru) yükselişi toplumsal, kültürel ve siyasi faktörleri devre dışı tutarak tümüyle Amerika'nın antikomünizm politikasına indirgemek kolonyalist zihninin oryantalist izdüşümü olsa gerek. Tıpkı Afgan direnişini Amerika'nın yardımına, mücahidleri de Bin Ladin'e indirgemek gibi. Veya Zülfikar Ali Butto'nun devrilmesini hiçbir zaman iktidar olamamış Cemaat-i İslami'ye bağlaması gibi açmazları içeren çözümlemeler sol entelektüellikle sömürge aydını olmanın derin çelişkilerini içeriyor.

Bu tür çözümlemelerin Türk aydınları arasında da fazlaca rağbet görmesi ise, sömürge deneyimini yaşamamış bir ulusun kendi kendini sömürgeleştirmek gibi eşi görülmemiş bir aydın sapmasıdır.

Yine Le Monde'un son sayısında yazan Ignacio Ramonet, soğuk savaşın bitmediğini söylerken, basit ama çarpıcı gerçeğe işaret ediyor: "Amerika, 11 Eylül'le birlikte, Sovyetler'in çöküşüyle kaybettiği 'düşman'ını arıyor. Bu durum globalizme karşı da olsa modern McCarthyizm'i beraberinde getirecektir. Anti-komünizmden hoşlanıyor musunuz? O halde anti-İslamcı kampanyayı da seveceksiniz."

Bu durumda Marks'ın kitabıyla yakalanan Tarık Ali gibi sömürge aydınlarının işi zor. Bir zamanlar Marksist sol, daha sonra liberal şimdilerde Amerikan politikalarına teslim olmuş bizdeki aydınların durumu çok daha zor.


1 Kasım 2001
Perşembe
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED