|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye Araştırmalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen, "Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne ne kadar uyum sağlayabileceğini Avrupa Birliği üyesi ülkelerde yaşayan 3,5 milyon insanımız en iyi şekilde ispat etti" diyor. 30 Ekim 1961 yılında parafe edilen anlaşmanın ardından, ilk kez Almanya'ya giden 7 bin 100 kalifiye Türk işçisini daha sonra diğerleri izlemişti. Prof. Dr. Faruk Şen, "Almanya'da yaşayan Türk nüfusunun 2,5 milyona ulaştığını" söylüyor. İşte 40 yıl sonra Türkiye'ye bir "kurtarıcı" daha: "Modern Alamancılar." Ama sakın ola ki "Türkiye'yi kurtarma görevini" Ecevit kanalıyla bu vatandaşlarımıza vermeyelim! Bakarsınız Ecevit, oraya el atarsa, oralsını da kurutabilir!.. Neme lazım... 30- 40 yıl önceyi hatırlıyorum. Bütün Türkiye "Alamancıları" konuşuyordu. Onlar Almanya'da "çöpçülük" dahil her işi yapıyorlar. "Çok kazanıyorlar, hiç harcamıyorlar" ve biriktirdikleri bütün paraları Türkiye'ye gönderiyorlardı. Köylerde artık "zenginlik" başlamıştı. Bu "zenginlikten" komşular da nasiplerini alıyorlardı. Eski püskü evlerin önünde bile zaman zaman Mercedes otomobiller görmek mümkündü. Daha sonraki yıllarda köylere ilk TV'ler "bizim Alamancılar" sayesinde girmişti. Sonra, yllar geçti. "Alamancılar" Türkiye'ye yolladıkları paralarının "eriyip gittiğini" fark ettiler. Para göndermeyi kestiler. Daha "akıllı", daha "tutarlı" yatırım yapma yollarını aradılar. "Türk gibi" değil, "iyi bir yatırımcı" gibi hareket etmeye başladılar. Almanya'daki vatandaşlarımızın bankalarda bulunan birikimleri konusunda çeşitli tahminlerde bulunuluyor. Kimileri "100 milyar Mark" olduğunu söylüyor ve bu paranın "Türkiye'ye çekilmesi" ile Türkiye ekonomisinin krizden çıkacağını söylüyorlar. Doğrudur. Bu yolda adım atılmalı. Onlara "güven" ve "güvence" verilmeli. Yatırımlarının Türkiye'de "daha karlı" olacağı konusunda inandırılmalılar. Hem "Türk gibi", hem de "iyi bir yatırımcı" gibi hareket etmelerine "olanak" tanınmalı. Bunun için de Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Yasası'nı değiştirip "hemen seçime" gidilmelidir. Halktan desteğini alan yeni bir yönetim ancak bu heyecanı fişekleyerek "Almanya'daki Türk birikimlerini" Türkiye'ye çekebilir. Yoksa Ecevit'in başında bulunduğu "kriz yönetimi" ile bir şey olmaz. Biz adam olmayız! Eskiler ne güzel özetlemişler: "Biz adam olmayız" diye. Biz adam olmayız gerçekten. Daha "rahat" bir gözle Türkiye'ye, "Türk insanına", bazı "Türk yasalarına" bakınca bu söze hak vermemek mümkün değil. Türkiye'nin en büyük bayramında, Türk Bayrağı basılı tişörtlere "yassak" getiren Bayrak Yasası'nın, günün koşullarına göre değişmesi gerektiğini hepimiz görüyoruz. Nedense savcılar "elleri mahkum" göremiyorlar. Yasa var çünkü. Neden Türk Bayrağı basılı tişört giyemiyoruz? Kirlenir, çamurlanır, göze hoş görünmez diye mi? Öyleyse tatil günleri resmi binalara asılan bayraklara bir göz atın. Bırakın tozlanıp kirlenmesini, bayrak denilecek hali kalmamış olanlar bile var. Dünya Ticaret Merkezi vurulduğunda bütün Amerikalılar "birlik ve beraberlik" içinde olduklarını göstermek için "Amerikan Bayrağı" basılı tişörtler, giysiler giymişler, her yeri Amerikan Bayrağı rengine boyamışlardı. Kimse de onları "suçlu" bulup, haklarında soruşturma başlatmamıştı. Maalesef bizde oluyor. Çünkü bizde yasa bunu gerektiriyor... Ya Bolu Valisi'ne ne demeli? Vali Bey, Cumhuriyet'in 78. yıldönümü resepsiyonunda önüne getirilen "Türkiye" şeklindeki pastayı, "Bu pastayı kesemem, Türkiye'yi bölemem" diyerek geri göndermiş. "Bu pastayı kesersem hainlik yapmış olurum" diyerek kendisine bir de gerekçe bulmuş. İlahi Vali Bey, siz pasta halindeki Türkiye'yi, kesmeseniz de, kimseye yedirmeseniz de, "malı götürenler" Türkiye'yi yiyip bitirmişler bile. Her gün bir büyük "vurgun" haberiyle sarsılıp duruyoruz. "100 milyar dolarlık hayali ihracat" yoluyla devletin milyar dolarlarını götürenler, yeni yeni fark ediliyor. Siz hala pastayı kesmeye kıyamıyorsunuz. Sizin bu tavrınızı, "doğum günü pastalarına çocuklarının resimlerini koyduranlar" örnek almaya kalkarsa, batmış piyasalara, bir de "çocuklarının yüzü suyu hatırına" doğum günü pastaları yaptıranlar sayesinde ayakta kalmaya çalışan pasta sektörü de katılacak. Çünkü bu mantık sürerse, kimse "kendi çocuğunu yiyip katil olamayacağına" göre sonuç böyle olacak.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |