T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kafkasya prizması ve Türkiye'ye 'strateji' (2)

Yıllar önce Hava Harbokulu'-nda katıldığım bir panelde konuşurken "Kafkasya'da 1'e 2 kuralı işler" demiştim; "Yani, Kafkasya'da jeopolitik anlamda üç temel aktör vardır: Türkiye, Rusya ve İran. Bu üçlünün arasındaki ittifaklar sisteminde tek kalmamak gerekir. İkinin içinde bulunmak şarttır. 1552'de Çarlık Rusya'sının Hazar'ın kuzey kıyısındaki Astrahan'a ulaşmasıyla birlikte Safevi İran'ı ile kurulan ittifak, Osmanlı Türkiye'siyle Orta Asya bağlantısını kesmişti. Bu bağlantı, ancak Sovyetler Birliği'nin dağılmasından yani Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra kurulabildi. Ancak, bu kez yine Rusya-İran ekseni kurulursa, Türkiye'nin işi zorlaşır. Türkiye, mutlaka 'iki'nin içinde yer almalı. Amerika'nın Türkiye'yi destekliyor olması kifayet etmez…"

Panelin ardından eski Hava Kuvvetleri komutanları, emekli Orgeneraller, İrfan Özaydınlı ile Muhsin Batur, bu gözlemle yakından ilgilenmiş ve 'peki, nasıl' sorusunu yöneltmişlerdi. Cevabı kestirmeden ve kolay verilebilecek bir şey değildi. Cevap, toptan bir 'bakış açısı ve stratejik zihniyet değişikliği' ile ilgiliydi. Aslında 'stratejik zihniyet değişikliği' halinde dahi, gerçekleştirilmesi kolay bir iş değil ama 'Kafkasya jeopolitiği' başka bir şans da tanımıyor.

11 Eylül 2001, yerküre düzleminde bir muazzam 'paradigma değişikliği'ne işaret ettiği için, Türkiye'nin Kafkasya politikasının baştan aşağı yeniden değerlendirilmesinin sırası da geldi.

11 Eylül'ün yol açtığı Amerikan-Rus 'stratejik yakınlaşması' ve 'işbirliği'; Türkiye'ye Kafkasya'da hem daha fazla hareket imkanı sağlıyor ve hem de 'paradoksal biçimde' manevra alanının daralmasını ifade ediyor. Gürcistan'ın 'Amerikan koruması' altına alınması ve Rusya'ya Gürcistan üzerinden 'kırmızı ışık' yakılması, Türkiye için ve 'Baku-Ceyhan' açısından önemli bir şans.

Ancak, Rusya bölgenin tecrübeli bir aktörü. Elinde her Güney Kafkasya ülkesini içerden istikrarsızlığa sevkedecek araçları bulunduruyor. Ayrıca, Çeçenistan ve genel olarak Kuzey Kafkasya konusunda elini kolunu daha serbest kullanabileceği imkanlara, Amerika ile 'stratejik yakınlaşması' sayesinde kavuşmuş gözüküyor. Bütün bunlar, Türkiye'nin 'hareket alanı'nı 'daraltıcı' unsurlar olarak algılanabilir.

Rusya'nın yanısıra, İran da, 11 Eylül 2001 öncesinden hayli farklı biçimde 'uluslararası sistem'e dahil olma yolunda. Afganistan'ı, 'uluslararası satranç tahtası'nın şu sırada 'Büyük Oyun'un cereyan ettiği 'kare'si olarak tasarlarsanız, İran, kendiliğinden sahaya çıkıyor. İran'ın katkısı ve katılımı olmadan, Hazar Havzası ve Kafkasya, Körfez ve Orta Asya'da bir 'kalıcı durum' oluşturmak imkansız gibi.

Nitekim, İran ile Amerika arasında (İsrail'in kaygılarını besler biçimde) yavaş yavaş bir 'ilişkileri düzeltme arayışı' başlamışken; Avrupa Birliği'nin önde gelen ülkeleri akın akın Tahran yolunu tutuyorlar. Bu seyir, önce İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw ile başladı. Straw'u, İtalyan Dışişleri Bakanı Ruggieri, Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer ve Fransız Dışişleri Bakanı Hubert Vedrine izledi.

Amerika ile İran arasındaki 'ilişki boşluğu'nu, Batı adına AB kapatıyor ve İran ile ABD arasında köprü döşüyor gibi.

Türkiye, burnunun dibinde cereyan eden bu 'stratejik arayışlar'da nerede, nasıl duruyor? Bu soruyu soran var mı? Cevabıyla kim ilgileniyor?

Zira, nereden baksanız Türkiye, AB'nin 'aday üyesi' ve İran'ın komşusu. Türkiye'nin İran ile bir 'özel yakınlaşma' içine girmesi ve bölgesel ve uluslararası çıkarlarını 'uyumlu' hale getirmeye çalışması; hem kendisine uluslararası planda önemli bir işlev sağlayacak, hem de Kafkasya'da 'istikrar'ın sağlanmasında eline önemli bir koz verecek.

Elbette, İran'ın 'uluslararası sistem'in içinde, Türkiye'nin de 'anlamlı' bir rol oynayabileceği şekilde ve 'aktif' bir öge olarak yer alabilmesi, büyük ölçüde İran'ın içindeki gelişmelerin alacağı seyre ve yöne de bağlı. Bu konuda dış dinamikler ile İran'ın 'iç gelişmeler'i 'interaktif' bir ilişki içindeler. İran'da devlet kurumlarına hükmeden İmam yani Ayetullah Hameney yani 'İran derin devleti' ile halkın yüzde 75'inin desteğine sahip Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi ve parlamentonun simgelediği taraflar arasındaki iç çekişme, ikincisinin lehine sonuçlandığı ölçüde, İran yol alacak. Veya, dış dünya İran'a açıldığı ve İran'ı oynamak istediği role uygun biçimde 'uluslararası sistem'e doğru çektiği oranda, Hatemi'nin 'eli' güçlenecek.

İran, 1979'daki İslam Devrimi'yle birlikte dünya çapında (Suudi Arabistan'ın yanısıra) 'radikal İslam'ın trafosu' işlevini görmüştü. Ne var ki, İran İslam Devrimi, bir 'evrensel proje' olarak yenilgiye uğradı. Bu yenilgiye, 'içerde' uğradı. İran halkı ve özellikle yeni kuşakları, bu 'proje'yi oylamıyor ve oylamadığını Hatemi'yi artan oranlarla oy vererek ortaya koydu.

İran'ın 'uluslararası sistem'e dahil olması, İran'ın 'radikal İslam'ın trafosu' işlevini terketmesiyle eş anlamlı olacak. Bu olgu, Türkiye için de İran'la 'özel yakınlaşma'nın anahtarını teşkil eder.

Bütün bunlar, Türkiye'nin AB doğrultusunda yol alma kararlılığıyla ilgili. Türkiye, 11 Eylül 2001'i 'AB bütünleşmesi'ne doğru kaybolmakta olan umutların geri gelmesi olarak değerlendirirse, Batı'sında Avrupa'ya; Doğu'sunda İran'a 'yakınlaşma rotası'na girmek zorunda kalacaktır.

Bu 'stratejik hesap', Türkiye'nin 'radikal İslam' ihtimalini bertaraf etmekte büyük yol alması anlamına da gelecektir.

Aksi, Türkiye'nin 'Ortadoğululaşması'dır. 'Radikal İslam'ın şansı, ancak bu 'stratejik durum'la mümkün olabilir. 'Ortadoğululaşan' bir Türkiye'nin başı da, 21.Yüzyıl'da beladan kurtulmaz.


1 Kasım 2001
Perşembe
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED