T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Hangi ittifak, hangi Rabbani

Yıllar sonra televizyon ekranlarında (sanal olarak) göz göze geldiğim sarıklı Afganlı sanki aynı insan değildi. İlk dikkatimi çeken artık kullanmaya başladığı kalın gözlükleri oldu. Sanki geçmişte söylediklerinin gözlerinden okunmasını engellemek için perde gibi duran gözlükler. O munis bakışlarının göz göze geldiği insanlarla ve tarihle yüzleşmesini engelleyen bir işlev görüyordu.

Uğradığı saldırı sonucu 11 Eylül'den bir kaç gün önce ölen Şah Mesud'un yıllarca Rus askerine karşı koruduğu Pençşir vadisinde birlikleri denetleyen Burhaneddin Rabbani çok farklı yerde duruyordu artık.. Askerlerini teftiş eden Rabbani, tarihi boyunca yabancı istilacılara karşı savaşmış Afgan direniş ruhunu temsil etmekten çok uzaktaydı.

İşgalci Ruslara karşı yurdunun özgürlüğü için savaşan Rabbani ile, şimdilerde muhalifi de olsa, bir zamanlar omuz omuza olduğu başka Afganlılara karşı yine Ruslarla anlaşma imzalayan aynı kişi miydi? Gözlerinden ne düşündüğünü anlamak mümkün değil, gözlükleri yılların yoğunluğundan çok gözlerin inkar edemeyeceği geçmişi, koca bir toplumun tarihini inkar edişini simgeliyordu adeta.

Ekranda gördüğüm o munis bakışlı Rabbani değildi. İlk karşılaştığımda Türkçe hitap eden, Türkçe hal hatır soran; savaşçı Afgan tipinden çok müşfik bir medrese hocasının çağrıştıran lider bu değildi. 70'li yıllarda geldiği Türkiye'den bahseden, tarihte Türklerin İslama hizmetini öven Rabbani başka bir zaman ve mekana aitti sanki.

Zamanla birlikte dünya da değişiyor elbette. Ama zamanın eskitemeyeceği evrensel bir tutkunun özgürlük, bağımsızlık gibi her toplumun yücelttiği değerler için savaşan birinin Rus yardımını yedeğine alarak Amerika'nın dümen suyundan kendini inkıraz etmesini kabullenmek zor.

1984 yılının Peşaver kentinde Rabbani ile röportaj yapmak üzere sabırsızlıkla beklediğim anı hatırlamadan edemedim. Beni kaldığım yerden almak üzere araç yollayacaktı; çünkü gazeteci de olsanız sıkı bir güvenlik tedbiri olarak direniş liderleri sürekli yer değiştirmek zorunda kalıyorlardı. Sıcağın bunalttığı bir öğle vakti beni almaya gelen araca bindiğimde arka koltukta Rabbani'nin de olması beni tam anlamıyla şok etti. Kendisinin belirlediği bir binanın son katında uzun bir röportaj yapmış, direnişin durumu, geleceği, uluslararası dengelere bakışı gibi temel konularda yaklaşımını tesbit etmeye çalışmıştım.

O zamanlar mücahit liderlerinin en hassas oldukları nokta Amerika'dan hiçbir destek almadıklarını özellikle belirtiyor, ABD'nin politikalarını radikal biçimde eleştiriyorlardı.

Tarihsel olarak da yabancı güçlere/işgalcilere karış belli bir duyarlılığı olan Afgan toplumunun gözünde yabancı güdümünde olmak en aşağılayıcı bir durum. Özellikle Amerika'nın Afgan cihadının, Burhaneddin Rabbani'nin deyimiyle Afgan İnkılabı'nın, önündeki en büyük tehlike Amerika ve Batılı ülkelerin ideolojik sızmalarıydı. Direniş ruhunun bir tür iğfal edilmesine karşı mücahidleri uyarıyordu.

Sanki bugünlere bir nazire yapar gibi, uluslararası bir kampanya ile cihadın ve İslamın nasıl yanlış aksettirildiğinden yakınıyordu. Bugün açık bir komploya dönüşen bu propaganda ile "İslamın kan dökücü bir din olarak algılandığı"ndan yakınıyordu Rabbani. Bununla amaçlanan şey ise: "İslam ümmetini fikri olarak milliyetçi, davranış olarak da fesahate düşkün. Fedakarlık ruhundan uzak toplum haline getirmek" olduğunun altını çiziyordu. Daha sonra Yeni Şafak'ta tamamını yayımladığım bu konuşmalarda Batının ilgisinin medyatik ilgiden ileriye geçmediğini söylüyordu. Geçtiğimiz günlerde bir Fransız gazetecinin tutuklanması karşısında görülmedik sansasyon çıkarıldı. Oysa her gün yüzlerce günahsız Afganlı, Rus tankları altında ezilirken, Afganistan'ın her köşesi viraneye çevrilirken Batının ilgisizliğini çifte standartlı olmakla izah ediyordu.

Hepsinden önemlisi halen düyada pek çok ülke tarafından Afganistan'ın meşru Cumhurbaşkanı olarak tanınmasına rağmen Zahir Şah'la konumunu tartışmak pahasına görüşmelere oturmaya hazırlanması, geçmiş kimliğini olduğu kadar şu anki konumunu da sorgular duruma düşürüyor Rabbani'yi.

Oysa, daha Rus işgalinden çok önce başlattıkları mücadele aynı zamanda Şahlık yönetimine karşı bir direnişti.

Terörizme karşı şahlık yönetimi!

Olup bitenlerin koskoca bir Amerikan yalanından ibaret olduğunu bu çözüm önerisinden daha iyi ne ifade edebilir?

Modern zamanların iki süper gücüne (Britanya ve Sovyetler) karşı direnebilmiş Afgan toplumunun kendi içinde birileri saf dışı bırakmak için bir başka süper güçle işbirliği yapmaları tarihin acı bir ironisi olsa gerek.

Hızla değişen dünya şartlarının böylesi keskin köşeli bir lideri bile dönüştürmüş olması karşısında düşünmek gerekir. Her hareketin kendi içinde rasyonalize edilerek, meşrulaştırıcı argümanlar üretmesi mümkündür. Ancak tarihi Afgan kimliği ile Amerikan akıllı füzeleriyle yapılacak ittifakın rasyonalize edilmesi o kadar kolay olmasa gerek. Bunu Amerikalıların bilmesi mümkün değil. O halde sahnelenen oyunun perde arkasını iyi izlemek gerekiyor. Oyun sadece Afganistan'da sahnelenmiyor belki de.


6 Kasım 2001
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED