|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hafız Ali Rıza Kaşıkçı, "tercüme-i hâlini" kitabının ancak 346. sayfasına koyuyor; "İhvân-ı kirâma bilâhare vesîle-i duâ olur ümîdiyle", "icmâlen" ve "manzum olarak yazıyorum" açıklamasından sonra, "fâilâtün, fâilâtün, fâilün" vezinli manzûmesine başlıyor. Manzumeyi özetlemeye çalışayım: Ali Rıza Kaşıkçı, Alata'da doğmuş. Küçük yaşta içine ilim hevesi düşmüş; Emsile, Bina, Maksud okumuş. Sonra "ilim ve ulemâ menbaı" Hâdim'de Avâmil ve Izhar öğrenmiş. İki yıl orada kaldıktan sonra "kâmil üstâdı bulup ders alayım" diyerek Konya'ya gitmiş. Yalvaçlı Ömer'den ders almış. Onun için söylediği beyit pek hoş: Bulmuşum ânı ilimde derya
Molla Cami, akaid, Menâr, Berîka, Kadı Beydavi, Şemâil-i Şerif... derken savaş çıkar. Açdılar anda seferberliğe yol
Ali Rıza "o fırtına" dediği savaştan pek zarar görmez ama medresenin müderrisin ancak adı kalmıştır. Savaş sonrası neler olduğu hakkında hemen hiç ayrıntı vermeyen Ali Rıza, yeni dönemi şu beyitlerle yargılıyor: Devre döndü çarh-ı devrân-ı zaman
Nice tahkir ile bu ehl-i dîne
Bu ortamda çokları sehpalara çekilmiş, niceleri hapislere tıkılmıştır. Ali Rıza da "neşr-i tevhid" yüzünden zindana atılmıştır; bu atılışı "sonsuz hamd" ile karşılamıştır. Konya'da yediği bu cezanın "yevm-i Ceza"da kendisini kurtaracağını ummaktadır. Allah'ın lutfuyla nice insanın Hak yoluna girmesine vesile olduğunu söyleyen Ali Rıza Kaşıkçı, yine O'nun "atâ"sı ile "şehr-i Resul"e, Medine'ye varır: Eyledim Hâlık'ıma arz-ı niyaz
Nezd-i Mevlâ'da kabul oldu dilek
Dâr-ı hicretde beni kıldı kıyam
Ali Rıza Kaşıkçı, bir sonraki manzumede niçin tarikate intisab ettiğini anlatıyor. Kırk yaşında çıktığı İstanbul seferinde Es'ad Efendi ile karşılaşıp ona bağlanır. Onun seksen altı yaşında şehidler zümresine katılmasından sonra içinde uyanan bir arzu ile "habl-i metin" olan Kur'an'a sarılır. Elli beşden sonra hıfz-ı Kur'an
İnsanlara nasihat olsun diye nazım nesir karışık üç eser kaleme aldığını belirten Ali Rıza, manzumenin sonlarına doğru Ömrüm erdi yetmiş altı yaşıma
demekte. Ali Rıza Kaşıkçı'nın başına sonraki yıllarda ne geldiğini bilmiyorum. Bütün bu bilgileri edindiğim eserinin adı, Gülzâr-ı Medine-i Münevvere, 350+120 sayfalık iki bölümden oluşuyor. Eski harflerimizle basılan kitabın basım yeri ve tarihi belirtilmemiş. Kitap din, ahlâk, zihniyet açısından önemli olduğu kadar dil açısından da ilginç özellikler taşıyor. Bir münâcatının son iki beyti şöyle: Ben benim demek hatadır ten emânetdir bana
Öldüğüm gün kabrime koydukda yârânım beni
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |