T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Talihin bir ihtiyara gülmesi için ağlamak zorundaydık

Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu durumun nedenlerine ilişkin sayısız saptama yapılabilir. Yılların ihmalinden, sadece işbaşındaki hükümetin beceriksizliğine kadar birbirinden farklı birçok gerekçe alt alta sıralanabilir. Sıralanıyor da... Ama, galiba asıl gerçek şu: Kader, bir ülkenin felakete doğru gidişini yazmışsa bunun önlenmesi mümkün değildir.

Böyle olduğu için, 28 Şubat'ın başlattığı felakete gidiş sürecinden dönüşü mümkün kılacak birçok fırsat olmasına rağmen "siyasal körlük" nedeniyle bu fırsatlar harcanmıştı. Bugün herkesin koro halinde şikayetçi olduğu Bülent Ecevit de işte bu kaçırılan fırsatlarla doğan bir talihle başarısız siyasal yaşamının sonbaharında başbakanlığa ulaşabilmişti.

Derya Sazak'ın Yalım Erez'le yaptığı söyleşi, Türkiye'nin yakın tarihindeki bu dramatik olayı bir kez daha hatırlattı. Ecevit'in dönemin olağanüstü şartlarının imkanlarıyla; partisi Meclis'te dördüncü sırada olmasına ve sadece 70 civarında üyesi bulunmasına rağmen başbakanlığa yükselişinin hikayesi ilginçtir. Yılmaz hükümetinin Türkbank yolsuzluğu nedeniyle düşürülmesinin ardından hükümeti kurma görevi o dönemde bağımsız olan Yalım Erez'e verilmişti. Yılmaz ve Çiller, Erez'in kurmayı tasarladığı 3,5 aylık seçim hükümetine destek vermediler. Erez'in bu fırsattan yararlanarak sağda yeni bir güç olmasından ve bu durumda partilerinin gerilemesinden çekinmişlerdi. Çiller'in akıl ettiği bir formülü benimseyen iki lider, "iki düşman kardeş", Erez'den esirgedikleri bu desteği kayıtsız şartsız Ecevit'e verdiler. O yaşta ve o küçük Meclis grubuyla rüyasında bile göremeyeceği başbakanlığı altın tepsi içinde sundular. Ecevit'e destek veren grubun üçüncü üyesi ise CHP lideri Baykal'dı. Gariptir, hepsi de tıpkı bugün olduğu gibi, başka alternatif olmadığı düşünüyorlardı.

Ecevit'in makus talihi dönmüştü ama ülke için ne kadar talihsiz günlerin başladığı o sıralarda henüz farkedilemiyordu. Herkes, "yaşlı ve hasta Başbakan"a 3,5 ay katlanacağımızı, sonra da O'nun bir hayalet gibi çekip gideceğini zannediyordu. Ta ki, Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye getirilişine kadar. 15 yıllık sıcak bir mücadelenin zirvesine ulaşmak, Apo'yu yakalayan hükümetin başbakanı olmak Ecevit'in nasibiydi. O saatte, Öcalan'ın Amerika tarafından paketlenip teslim edilmiş olmasının, Ecevit hükümetinin operasyona katkısının bulunmamasının hiçbir önemi yoktu. Bu O'nun başarısıydı...

Talih, iki ay arayla Ecevit'e ikinci kez gülmüş, O'nu ikinci kez taçlandırmıştı. Nitekim DSP, bir ay sonra yapılan seçimlerden birinci olarak çıktı ve kendisine hiç yoktan iktidar yolunu açan ANAP ve DSP oy kaybederek yüzde 13'lere kadar indi. Baykal'ın CHP'si ise baraj altına...

Talih Ecevit'e güldükçe Türkiye'nin ağlayacağı günler yaklaşıyordu. Ülke, geri dönüşü mümkün olmayan bir yola girmişti artık.

Ecevit, iradesi dışındaki olaylarla başarıya ulaşmıştı ama artık kendi iradesini kullanması gerekiyordu. Yani sıra, ülkeyi idare etmeye gelmişti ve birikmiş dağ gibi sorunların çözümü için inisiyatif kullanmalıydı. Kullandı ve kullandıkça da ülke batağa sürüklendi. 3,5 aylık kısa dönem kursla elde edilen, "Başbakanlık Sertifikası" hiçbir işe yaramamıştı.

Dış politikadan sosyal güvenliğe kadar her alanda filizlenmeye başlayan krizler, yaklaşan büyük bir felaketin habercisi gibiydi ama, "Yaşlı Başbakan"ın bunu anlaması mümkün değildi. Ülkenin tamamını yarı yarıya fakirleştiren ekonomik kriz işte bu şaşkınlık ve aymazlığın üzerine geldi. Türkiye çökmüştü ve hasta Başbakan'ın ülkesi de ağır hastaydı.

Hayatı boyunca 10 dolar bile bozdurmayan Ecevit'in yükselen dövizi dizginleyebilmesi tabii ki mümkün değildi. Bu da yetmezmiş gibi söylediği her söz insanlarda mizah duygusu uyandırıyordu. İktidarda kelimenin tam anlamıyla kaos vardı ama buna rağmen, "kaosa yol açmamak için istifa etmiyorum" diyordu.

Kendi talihi ülkesinin talihsizliğiydi. Bir zamanlar Fazilet Partisi için sarfettiği "içime sindiremiyorum" vecizesi(!) de artık ulu orta kendisi için söylenir olmuştu: "Seni içimize sindiremiyoruz!"

Batmış durumdayız ve şimdi suçlunun kimliği üzerine günlerce konuşabilir ve her bir parmağımızla bir başkasını hedefe oturtabiliriz. Ama boşuna...

Çünkü hiçbir şey artık, "talih"in yaşlı bir insana gülmesi için koskoca bir ülkenin gözyaşı dökmesi gerektiği gerçeğini değiştiremez.


6 Kasım 2001
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED