|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Güneşin doğmasıyla onun yaklaşık bir mızrak boyu yükselmesi arasında duran bir vakit vardır: sabah namazı kılmanın vakti geçmiş, kuşluk vakti henüz girmemiştir. Güneş doğmuştur, ama o, bulunduğunuz yerle kendisi arasında bulunan sütreleri aşıp henüz kendini gösterememiştir. Ancak yukarlarda süzülen bir kuşun kanadına ışınlarının yansıdığını görebilirsiniz. Ayrıca, herkesten daha erkenci olan serçelerin cıvıltıları işitilir. Hem de nasıl: nerden geldiği bilinmez bir hafif sabah yeli balkonları, huş ağacının iri, yumuşak yapraklarını, sararmış ölü çimenleri, ölü çimenlerin arasından yükselmiş arsız ayrık otlarını hafifçe ırgalandırırken, serçelerin cıvıltısı da, bütün bu yeşillikleri bir çiğ gibi yalayıp geçer. Bir gölcük ya da bir derecik yakınındaysanız, yeşil, iri bir kurbağanın suya atlarken çıkardığı sesi, o, varla yok arasında duran, işitip işitmediğinizi kestiremediğiniz sesi de duyarsınız. O kurbağa, mutat sabah ziyaretçilerinizden biridir ve yakınlarınız arasında ona uğur atfedenlerin bulunduğunu bilirsiniz: bu, onun kurbağasıdır! Sabahın sesleri ve keyfi böyle böyle başlar. Mahmurluklar dağılmamıştır daha. Her ne kadar abdest almanın getirdiği bir canlılık varsa da ve her ne kadar duanın en yoğun vakti koyulaşa koyulaşa sürüyor olsa da, bütün bunların getirdiği esriklik o vaktin üzerine kondurduğu damgasını geri çekmemiştir. Bu mahmurluğu, gökyüzünün derinliklerinde birdenbire işitilen ve uyumuş ve uyumakta olan her şeyi birdenbire silkeleyen, parçalayan karganın sesi bile kolay kolay izale edemez. Mahmurluk, sabah vaktinin, insan yüzüne kondurulan tanrısal bir mühür mesabesindedir nerdeyse. (hani, nerdeyse!). Ben, bu mahmurluğu giderecek bir tek şey biliyorum. Daha yeni büluğ çağının arefesine dayanmış simitçi erkek çocuğun çatallı gümrah sesi.. Mahallenin ortasında o sesin ilk çığlığı semaya yükselir ve onu doldururken serçeler aynı merkezden komut almışçasına havalanırlar ve bu havalanmanın hasıl ettiği dalgalanmayla irkilen kargalar da bir kargaşa halindeki gaklamalarıyla tünedikleri daldan birden kalkarlar ve tedirgin kanat çırpışlarıyla yeniden havalandıkları dala dönmek üzere topluca çemberler çizmeye çıkarlar. Simitçi çocuğun: -Simiiit! Taze simiit! Simiit aalıın! Haykırışı, bir yandan, ortalığı gevrek bir mısır unu ve susam kokusuyla doldururken, bir yandan da varoşlarda yaşanan yoksullukları berhava eder. O ân, aynı zamanda çimen yapraklarının, huş ağacının gövdesinden sızan reçinenin, kaynağı bellisiz ışıltıların, bir harman halinde hem birbirlerine, hem insanlara göz kırptığı, kendi mutluluklarından taşan payı talep sahiplerine sundukları vakittir. O anda kimse, sabahın köründe bu körpe çocuğu sokaklara salan mecburiyetin ne olduğunu düşünmeye kendinde mecal bulamaz. Yalnızca bu, daha yeni yetmekte olan genç adamın çatal sesinden dünyaya fışkırttığı mutluluktan pay alabilmenin derdine düşer. Çocuğun simit alma önerisindeki canhıraş yalvarmaya kulak verecek basireti gösteremese bile, onun sunduğu ve yaşattığı mutluluğu sessiz ve şükran duygusuyla almakta beis görmez, nasıl olsa bedavadır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |