T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R

Kim bilir, belki de...

Ahmet Taşgetiren: "Aslında Kemal Derviş'e ilişkin benim izlenimlerim-duygularım olumlu. Bu da, sadece Türkiye'ye geldikten sonraki medya önüne çıkışlarında izlediğim görüntülere dayalı bir duygu. Ama bu geliş tarzı ve bu siyasi arenada yapacağı şeyler çok sınırlı gibi geliyor bana." Derviş'e ilişkin benim izlenimlerim-duygularım da aşağı yukarı böyle...

Amerika'nın "Kemal Derviş'i Türkiye'ye postaladığını" (hiç değilse bu sözcüklerle) düşünmüyorum. Derviş'in Amerika'dan IMF ve Dünya Bankası'nın desteğini de alarak gelmesi başka, doğrudan "postalanması" bambaşka bir şey...

Derviş, ABD vatandaşı olmadığını, hatta bugüne kadar bunu aklından geçirmediğini bile söylüyor. Ben bu açıklamaya (bu bilgi basında dolaylı yoldan yer aldı ve Derviş tarafından yalanlanmadı) inanıyorum; kendisini izleyenleri niçin yanıltsın ki? Dolayısıyla, "Derviş ABD vatandaşı mı?" gibi sorularla Merve Kavakçı'nın TBMM'de karşılaştığı "Meclis darbesi"nin rövanşını almaya niyetlenen analizleri haklı bulmuyorum.

Kemal Derviş'in "Sömürge valisi" olduğu yolundaki açıklamaları ise yanlış ve insafsız buluyorum. Böyle bir açıklamanın ülkenin anamuhalefet partisinin içinden gelmesi bu yanlış ve insafsızlığı daha da ağırlaştırıyor. ABD'den getirildiği ileri sürülen "Sömürge valisi"ne karşı bayrağı ilk açanın ülkenin anamuhalefet partisi olması gerekmez mi? Hani nerede bu parti?

Kemal Derviş için yapılan "II. Özal yakıştırmaları" insanda gerçekten "bir tulûat etkisi" yapıyor. Gerçekten ne ilgisi var; her ikisinin de ABD-Dünya Bankası üzerinden gelmesi böyle bir karşılaştırma için hiç yeterli olur mu? Ancak yanlış anlaşılmasın; bu benzemezlik Özal'ın "bu toprağın ve tarihin çocuğu" olması, diğerinin ise Alman bir anneden olup ikinci evliliğini bir "Musevi ABD'li" ile gerçekleştirip 25 yıldır yurtdışında yaşamasından kaynaklanmıyor. İllâki birer nişan vermek gerekiyorsa, hiç şüphe yok ki, Özal kadar Derviş de "bu toprağın ve tarihin çocuğu"dur... Hem şu da var: Bakın günlerdir ekranda izliyoruz; 25 yıldır yurtdışında yaşayan Derviş'in Türkçesi rahmetli Özal'ınkinden çok daha düzgün değil mi? Derviş'in ağzından bir tek İngilizce sözcük çıktığına da şahit olmadık!

Derviş'in ağzından çıkan "Allah izin verirse...", "Vallahi", "İnşallah" gibi sözcükler kimilerince "taviz" olarak değerlendiriliyor. Kimilerince de "komik" bir manzara olarak "Vallahi'li billahi'li bir uslûp ki, sormayın!.. Yetmedi, n'olur çocuklar!..' tarzı çok hoş ricalarda eksik değil. Doğrusu, ben biraz şaşırmış vaziyetteyim." (Necmettin Turinay) Ne var bunda şaşıracak? Belli ki, Derviş bugüne kadar nasıl konuşuyorsa aynen devam ediyor. Etmesin mi, onun ağzında "komik" bulunan sözleri etmesin mi? Bu sözlerin kullanımını uzun yıllar "Devlet terbiyesi" almış olanlara mı bıraksın?

İstifasının arkasındaki gerçek nedeni henüz bilmediğimiz (başkalarını bilmem ama ben bilmiyorum) Zekeriya Temizel, "Devlete bir gün bile hizmeti olamayan birine nasıl bağlanırım" demiş. İsterseniz Temizel'in bu "devletli" açıklamasını da Oktay Ekşi yorumlasın:

"...bizim devlet memuru sıfatı taşımış insanlarımızın kendilerini devletin sahibi, öteki insanları ise devlete hizmet etmekle yükümlü ikinci sınıf yaratık gibi görme alışkanlıklarının Temizel'de bile hâlâ yaşadığını gösteriyor."

Derviş'i eleştiren, onu makaraya sarmaya çalışanlar sadece muhalefet cephesinde öne çıkanlardan ibaret değil. Milliyet gazetesi de (nedense?) memnun değil. Gazetenin dünkü manşeti Temizel'in ağzından "Kavgaya devam" şeklindeydi. Gazete bir gün önceki sayısında da Derviş'in annesinin II. Dünya Savaşı yıllarında Almanya'nın Ankara Büyükelçisi olan Von Papen'in sekreteri olduğunu yazıyordu. Zaten "Derviş'in babası Rıza Bey"in "Alman anne"yle tanışması da yine Von Papen dolayımıyla olmuştu...

Son olarak da Radikal'den Hasan Bülent Kahraman'ın Derviş'in hükümette yer almasına ilişkin geliştirdiği tezi aktaralım: "Bence çember tamamlanmış, Türkiye'de bürokrasinin siyasal alanı büsbütün daraltıp, devre dışı bırakarak yönetime el koyması süreci Kemal Derviş'in 'partiler üstü' kimliğiyle ve dışardan bakan atanmasıyla son evresine ulaşmıştır."

Peki o zaman ne yapacağız? Bu durumda zaten herşey bitmiş olmuyor mu? Çember tamamlandığına ve Derviş de çemberin merkezine yerleştiğine göre yapacak pek bir şey kalmadığı anlaşılıyor.

Ben Kahraman'ın analizine de katılmıyorum. Çemberi tamamlamadan biraz bekleyelim bakalım. Meclis'te hükümeti ve muhalefeti oluşturan partilerin donup kaldığı, "havlu attığı" bir dönemden sonra belki de (en az 1000 şarta bağlı olsa da) Derviş'in "partiler üstü" olmayan görevlere aday olmayı düşündüğü dönemlere geçeceğiz... Kim bilir? Zaten bu ülkede neyin nasıl olacağını bugüne kadar kim bildi ki?


6 Mart 2001
Salı
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED