|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ulusal Program nihayet açıklandı. Hükûmet, Avrupa Birliği'ne giden yolun kilometre taşlarını belirledi. Düşünce ve ifade özgürlüğü başlığı altında kısa vadede yapılacaklar, Anayasa değişikliği; Türk Ceza Kanunu'nun 312'nci maddesinin, Terörle Mücadele Kanunu'nun 7 ve 8'inci maddelerinin, Radyo ve Televizyon Kanunu'nun bütün maddelerinin gözden geçirilmesi olarak sıralanıyor. Anayasamız'da temel hak ve hürriyetleri düzenleyen hükümler, bireye güvensizlik esasına dayanır. 12'nci madde, herkesin, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğunu belirtiyor. Anayasa'nın diğer maddelerinde de fertlere din ve vicdan hürriyetinden düşünce ve ifade hürriyetine kadar bütün haklar tanınıyor. Buna mukabil 13'üncü ve 14'üncü maddeler, çeşitli gerekçelerle hak ve hürriyetlere sınırlamalar getiriyor. Gerçi bu sınırlamaların pekçoğu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ndekilere benziyor. Ama uygulamada büyük farklar mevcut. 312'nci madde
Sözgelimi Türk Ceza Kanunu'nun 312'nci maddesi, meşruiyet kaynağını Anayasa'nın 14'üncü maddesinden alıyor. 312'nci madde, 28 Şubat sürecinde alışılmadık bir uygulama alanı buldu. Şiir okuyan Tayyip Erdoğan'dan başörtüsünü eleştiren Hasan Celâl Güzel'e, yasağı protesto için elele tutuşan genç kızlardan depremi Allah'ın gazabı gibi gören gazeteciye kadar, herkes bu maddeden nasibini aldı. Ulusal Program'da, 312'nci maddenin de kısa vadede gözden geçirileceği ifade ediliyor. 312'nci madde, "koruduğu değerler zedelenmeden" gözden geçirilecekmiş! Ulusal Program'daki ifade böyle. Bu kayıt, mevcut uygulamanın süreceği intibaını yaratmakta. Oysa, Meclis'te, geçen dönem İnsan Haklarından Sorumlu Bakan sıfatını taşırken Hikmet Sami Türk'ün hazırladığı ve bu dönem eski Anayasa Komisyonu Başkanı Ertuğrul Yalçınbayır'ın sahip çıktığı bir kanun teklifi var. Bu teklif yasalaşırsa, sorun ortadan kalkacak. Nedir mesele? Ortaya, ülke ve millet bütünlüğünü bozacak, halkı birbirine karşı düşmanlığa sevkedecek emareler çıkmamasına rağmen, düşüncesini yazılı veya sözlü ifade eden kişi cezalandırılıyor. Hikmet Sami Türk - Ertuğrul Yalçınbayır'ın teklifinde, ceza görebilmesi için o düşüncenin, kamu düzenini tehlikeye atacak bir kargaşaya, müşahhas olarak sebebiyet vermesi gerekiyor: "Sosyal sınıf, ırk, din veya mezhep farklılığına dayanarak umumun emniyeti için tehlikeli olacak biçimde kin ve düşmanlığa sevketmek" Türk ile Yalçınbayır'ın teklifi kabul edilseydi, bir anlamda 312'nci madde, 12 Eylül öncesindeki duruma dönüşecekti. Daha, 12 Eylül'de kaybettiğimiz ve gene de yetersiz olan özgürlüklere kavuşamadık. Türk Ceza Kanunu'nun 312'nci maddesi, 12 Eylül öncesinde, bugün ağırlaştırıcı unsur olarak 2'nci fıkrada yer alan hususu, cezanın esas unsuru gibi kabul ediyordu. Madde 312 (12 Eylül öncesi durum): "Kanunun cürüm saydığı bir fiili açıkça öven veya iyi gördüğünü söyleyen veya halkı kanuna itaatsizliğe veyahut cemiyetin muhtelif sınıflarını umumun emniyeti için tehlikeli bir tarzda kin ve adavete tahrik eyleyen kimse 3 aydan bir seneye kadar hapis ve 50 liradan 500 liraya kadar ağır para cezasına mahkûm olur." Madde 312 (12 Eylül sonrası durum): "Halkı, sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik eden kimse bir yıldan üç yıla kadar ağır hapis ....cezasına mahkûm olur. Bu tahrik umumun emniyeti için tehlikeli olabilecek bir şekilde yapıldığı takdirde faile verilecek ceza üçte birden yarıya kadar artar" Görüldüğü gibi, 12 Eylül öncesinde, mahkûmiyet için umumun emniyetinin tehlikeye düşmesi gerekiyordu. Radyo ve Televizyon Kanunu
Kısa vadeli işler arasında, Radyo ve Televizyon Kanunu'nun gözden geçirilmesi de var. Esasında bu kanun, daha fazla özgürlük getirmek için ele alınmıyor. Geçen yaz başı Meclis Anayasa Komisyonu'na geldiği şekliyle kanun kabul edilirse, TV kanalının lisansı bile iptal edilebilecek: "Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlık ve bağımsızlığına, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı yayın yapılırsa; toplum, şiddete, teröre, etnik ayırımcılığa sevk edilirse veya halk sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözetilerek kin ve düşmanlığa tahrik edilirse veya toplumda nefret duyguları oluşturulursa; kanallar kişinin haksız çıkarı doğrultusunda kullanılırsa" kanal, 1 ay için, uyarı yapılmadan kapatılacak, ihlâlin tekrarı halinde yayın süresiz durdurulacak veya iznin iptaline gidilecek. Buna mukabil, genel ahlâk, toplum huzuru ve Türk aile yapısına aykırı, çocukların ve gençlerin fiziksel, zihinsel, ruhsal ve ahlâki gelişimini olumsuz etkileyebilecek yönde yayın yapıldığı, cevap ve tekzip hakkına saygı gösterilmediği hallerde sadece para cezası var. Böylece muhafazakâr kanalların akıbeti tehlikeye düşerken, sık sık genel ahlâka aykırı yayın yapan, onu bunu karalayan malûm televizyonlar sıradan bir para cezasıyla kendini kurtarabilecek. Ayrıca bir taşla iki kuş vuruluyor: Televizyon sahiplerinin devlet ihalesine girme yasağını kaldırırken, birden fazla televizyon kanalına sahip olabilmelerinin de yolu açılıyor. Anayasa Komisyonu'nda bekleyen Radyo ve Televizyon Kanunu, hisse oranına değil, izlenme oranına göre bir sınırlama getiriyor. % 25'lik toplam izlenme payı aşılmadıkça, bir kişi çok sayıda televizyon kanalına sahip olabilecek. Dolayısıyla, demokrasi perdesi altında gene tekelci medya patronuna hizmet sunuluyor. Kavakçı'nın milletvekilliği
Diğer bir aldatmaca da kadınlara karşı ayırımla ilgili. Medeni Kanun'un bir an önce Meclis'ten geçirilmesi isteniyor. Oysa aynı Medeni Kanun'da vakıfları ileri derecede denetim altına alan "Cumhuriyetin temel niteliklerine aykırı olduğu gerekçesiyle" her an kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan düzenlemeler de var. Fatih Üniversitesi'nin muhatap olduğu muameleyi görünce, vakıflara ilişkin yeni düzenlemelerin ne gibi gelişmelere yol açacağını anlamak için keramet sahibi olmak gerekmez. Kaldı ki, kadınlar arasında ayırımcılık derken, başörtüsü sorununu, büyük bir pişkinlikle, tamamen görmezden geliyoruz. Meclis Başkanı Ömer İzgi, Kopenhag Kriterleri'ne aykırı olarak, seçilmiş bir milletvekilinin -Merve Kavakçı'nın- görevine son verdi. İzgi, Merve Kavakçı'nın Türk vatandaşlığını kaybettiğini, Bakanlar Kurulu'nun bu yöndeki kararının kesinleştiğini beyan ederek, Anayasa'nın 66 ve 76'ncı maddeleri ile Türk Vatandaşlığı Kanunu hükümlerine göre, Kavakçı'nın milletvekili seçilme yeterliliğinin kalmadığını açıkladı. Oysa, Batı standardı, seçilmişlerin görevlerinin ancak kanunlarda yazılan usul ve esaslara göre nihayete erdirileceğini belirtiyor. Merve Kavakçı'nın milletvekilliğinin sona erdirilmesi için, bu hususun önce Komisyon'da görüşülmesi, sonra da Meclis'te oylanması gerekirdi. Merve Kavakçı, başörtüsü ile Meclis'e gelecek ve kendisini savunacaktı. Bunu göze alamadıklarından dolayı, Kavakçı'nın milletvekilliğini bir oldu bittiyle düşürdüler. Genel Kurul salonunda sadece FP Tokat milletvekili Ergun Dağcıoğlu'nun sesi çıktı: "Tebrik ederim, sessizce muradınıza nail oldunuz. Ancak, bir Amerikalı vatandaştan kurtulurken, dengeyi, yeni bir Amerikalı'yı, Kemal Derviş'i bakan atamakla sağladınız." Kapatılma tehdidi altında bulunan Fazilet grubundan ne yazık ki çıt çıkmadı. Ayıplı demokrasi
Bir ayıplı demokrasiyi, ürkek ve mahcup adımlarla yüksek standarda ulaştıramayız. Bir yandan özgürlük verir gibi yapıp, taban tabana zıt uygulamalar sahneye konulursa, inandırıcılık ortadan kalkar. Eski demirperde ülkeleri işte bu yüzden bizim önümüze geçtiler. Özgürlüklerden korkan, milletine güvenmeyen bir siyaset tarzıyla, Avrupa Birliği'nin eşiğinde daha çok bekleriz.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |