T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Frankenstein'la gelen: Özgüven ve yön yitimi

"Türkiye adam olmaz!" yaklaşımı, bir Frankenstein gibi yine kol geziyor her tarafta. Ne demektir bu, peki? Elbette ki, bu toplumun kendisine olan güvenini yitirmesi demektir. Oysa bir toplumun önündeki en büyük tehdit ve tehlike, o toplumun kendisine olan güvenini yitirmesidir. Başkalarının yok edemeyeceği bir toplumu, toplumun tümüne sirayet eden bu "özgüven yitimi" duygusu tek başına yok etmeye yeter de artar bile!

Ülkenin her bakımdan kötü yönetilmesi ve toplumun elitlere olan güvenlerinin sarsılmasıyla birlikte, hayata ve geleceğe dair ciddi kaygılar duymaya başlayan toplumda "özgüven yitimi" duygusu oluşur.

Ancak iş, bir de bir toplumu toplum yapan, o toplumun tarih yazmasına ve yapmasına imkan tanıyan, topluma kalıcı bir "öz-güven duygusu" kazandıran toplumun temel değerleri ve dinamikleri demek olan anlam haritaları anlamını yitirmeye, türlü "mühendislik projeleri"yle bu anlam haritalarının kökü kurutulmaya başlandığı zaman, o toplum iflah olmaz bir ontolojik güvensizlik duygusu yaşamaya mahkum olur.

Ontolojik güvensizlik duygusu yaşayan bir toplum sadece bugününden ve yarınından kaygı duymakla kalmaz; aynı zamanda yönünü de şaşırır ve yitirir.

Ontolojik güvensizlik duygusu yaşayan, dolayısıyla yönünü yitiren bir toplum, ruhu çalınmış, tastamam ruhsuzlaşmış, duyarsızlaşmış, dünya yıkılsa bile tepki veremeyecek kadar patolojik (hastalıklı) hale gelmiş bir toplum demektir.

Yönünü yitiren bir toplum, o toplumu ayakta tutan, her şeye rağmen hayata tutunduran, iç ve dış dünyasını anlamlandıran "ortak aklı", kollektif hafızası, temel dinamikleri ve değerleri dinamitlendiği için, bırakınız dünyada olan bitenlere müdahale edebilmeyi, dünyada olan bitenlere anlam bile veremez. Öz-güvenini ve yönünü yitiren bir toplum her zaman dışardan yapılacak müdahalelere açık, başkaları tarafından yönlendirilmeye son derece müsait bir toplum demektir.

İki yüzyıldır yaşadığımız ve ne olduğuna bir türlü karar veremediğimiz "macera"nın bizi getirdiği nokta, işte böylesine absürd ve traji-komik bir nokta: Bu iki yüz yıllık süreçte, Türkiye, bu toplumun tarih yapmasını ve tarih yazmasını mümkün kılan tüm iddia'larından, söz'lerinden, dinamiklerinden ve sahip olduğu imkanlardan vazgeçtiğini dünya aleme ilan etmemiş midir?

Bir dünya devleti ve medeniyeti olan Osmanlı'dan tevarüs etmemiz gereken ve çağdaş formlarla yeni şekillerde yeniden icat ettiğimizde Türkiye'yi yeniden büyük bir dünya devleti yapabilecek olan o büyük misyonu, o büyük iddiaları, o büyük söz'leri ve o sarsılmaz dinamikleri dinamitlemekle Türkiye ne kazanmıştır? Şunu: Bir taraftan sömürgeci "düvel-i muazzama"ya karşı "kurtuluş savaşı" verdik; öte taraftan da sömürgecilerin bile yapamadıkları, yapmaya cesaret bile edemedikleri bir şeyi yaptık: Kendi-kendimizi sömürgeleştirdik.

Kendi-kendini sömürgeleştirmeye kalkışan bir ülkenin söyleyebileceği kendine özgü yaratıcı, imaginatif bir şeyleri elbette ki olamayacak; böyle bir ülke, başkalarının geliştirdikleri projeleri, iddiaları, stratejileri uygulamaktan başka bir şey yapamayacaktır.

Kendi-kendini sömürgeleştiren bir ülke, kendi "beden"ini ve "ruh"unu yoksayan, satan bir ülkedir. Böyle bir ülke, özgüvenini ve yönünü yitirmeyecek ve dolayısıyla türlü türbülanslar yaşamayacak da ne yapacaktır?

Tüm bunları Fatih Üniversitesi'nin haksız ve hukuksuz gerekçelerle "aşamalı olarak" kapatılması için alınan karar dolayısıyla yazıyorum.

Bir ülke düşünün... Okullarında, üniversitelerinde, çocuklarına, kendi değerlerini, dinamiklerini öğretmiyor; aksine yasaklıyor. Kendi değerlerini ve dinamiklerini az buçuk da olsa önemseyen kurumlarına ve insanlarına cehennem hayatı yaşatıyor! Böyle bir ülkenin insanlarının geleceğe güvenle bakabilmeleri, yönlerini yitirmemeleri mümkün mü? Bir toplumun geleceğe güvenle bakabilmesini, yönünü tayin etmesini mümkün kılacak değerleri ve dinamikleri, son derece ilkel gerekçelerle dinamitlenen bir toplumun bırakınız koşmasını; yürümesi, ayakta durabilmesi, hatta toplumsal ve zihinsel sağlığını koruyabilmesi mümkün mü?

Bu toplumun güvenini ve yönünü yitirmesine zemin hazırlayan her tür adım, bu ülkenin geleceğine sıkılmış bir "kurşun"dur! Bu "kurşun"un bir Frankenstein gibi asıl mucitlerini veya tetikleyicilerini vurmayacağını kim garanti edebilir?


21 Mart 2001
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED