T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Etibank/Sabah ve "halkın haber ve bilgi alma hakkı"

Atlantik ötesine uçtuktan sonra gözümü New York'ta yeni güne açar açmaz, ilk iş, internete sarılıp, aradan geçen saatlerde Türkiye'de neler olup bittiğini öğrenmek istedim. Sabah gazetesini şaşkınlıkla okudum. Doğru okuyup okumadığımı anlamak için gözlerimi ovuşturdum. Meğerse, ben, New York'a, bir "hortumcu tetikçisi" ve "yurtdışı bağlantıları ile dikkat çeken" bir "kiralık tetikçi" ile birlikte gelmişim. Fehmi Koru, 12 saatlik uçak yolculuğunda yanımda oturuyordu ve ben, onun bu "özellikleri"ni ertesi sabah Sabah gazetesinden öğrenebildim.

Çünkü, Yeni Şafak gazetesi ve yazarlarını, (sadece Fehmi Koru. Nazlı Ilıcak ve Mehmet Barlas) "gazetenin ve gazeteciliğin tek amacının halkın haber ve bilgi alma hakkı olduğunu unutmakla" suçlayarak, Sabah'ın "tek amacı"nın bu olduğunu ifade etmiş oluyorlar. İşte şimdi kafam karıştı. Bakın neden:

Ben, 5 ay öncesine dek 10 yıla yakın Sabah'ta çalıştığım için, haliyle Sabah'a ilişkin birçok bilgiye (Etibank'ı bilmem; o işlere bizi karıştırmadılar. Bilgi de vermediler. Benim bildiğim, Etibank ile zor günler başladığında, Zafer Mutlu'nun Hüsamettin Özkan'la her görüşmesinden sonra -ki, hayli sık görüşüyordu- epey rahatlardı) sahibim. Bu bilgilerim arasında, Dinç Bilgin ve Zafer Mutlu'nun 1999 yılı başlarında Fehmi Koru'yu gruba kazandırmak için ciddi gayretler gösterdikleri de var. Fehmi Koru'ya, grubun gazetelerinden birinin yönetimi bile önerilmişti.

Kendi deyimiyle "laik ve demokratik ilkelerinden taviz vermeyen, yenilikçilerin öncüsü misyonuyla Türk basını ve Türk toplumuna gazetecilik görevini kesintisiz yerine getiren Sabah gazetesi"nin yöneticileri acaba niçin Fehmi Koru'yu şunun şurasında iki yıl önce Takvim gazetesinin tepesine oturtmak istemişlerdi?

Demek ki, "dinci" ve "tetikçi" olduğunu daha o sırada bilmiyorlardı. Zaten, Etibank'ın da "bilgisizlik" sebebiyle hortumlandığı ve soyulduğunu da, Sabah gazetesinde 2000 Ekim ve Kasım'ı sırasında yapılan açıklamalarda bir okur olarak öğrenmiştim. Sabah, her zaman olduğu gibi, o sıralarda da, "halkın haber ve bilgi alma hakkı" doğrultusunda yayın yapıyordu.

"Atatürkçü ve laik sistemin savunucusu" olarak "laik ve demokratik ilkelerinden taviz vermeyen yenilikçilerin öncüsü misyonu"nun sahibi Sabah'ın Fehmi Koru konusunda yanılması, aslında doğal. Çünkü, yöneticileri, bu kadar "kirlenmiş" bir ülkede gazetecilik yapmak için fazlasıyla "saf" ve "temiz" kişiler. Nitekim, Mehmet Barlas konusunda yanıldıklarını da ben biliyorum. Mehmet Barlas'ı işten çıkarttıklarında ona bir mektup gönderdiler. O mektupta, Barlas'a yönelik gayet sevecen bir dil kullanılıyor ve yolların ayrılmasından ötürü utangaç bir tavırla, üzüntü belirtiliyordu. Bu mektubu okudum.

Sabah yönetimi, böyle bir mektup gönderdiğini unuttu tabii. Bence, bir başka eksiklikleri, bir işe kalkışırken çok "parmak izi" (Etibank'ta da öyle yapmamışlar mı) bırakıyorlar. Adamı işten çıkarmışsın; böyle bir mektup göndermenin alemi var mı? Hem, adamı "ihale takipçiliği" ile suçluyorsun; hem gazeteci kimliği ile takip etmediğin, "Mavi Akım" dahil ihale kalmamış. O işlerin peşine şimdi askerlerin düştügü de biliniyor. O zaman başlıyorsunuz, "laiklik ve Atatürkçülük" serenadlarına. Askerleri "kafaya böyle alırız" mantığı oluyor bu ve ayıp oluyor.

Bunu nereden biliyorum? Kendimden biliyorum. Şu meşhur "Andıç"ı, Nazlı Ilıcak ortaya çıkarmadı mı? TBMM'de yaptığı basın toplantısının ardından, Genelkurmay, "Andıç"ın varlığını doğrulamadı mı? Bunun üzerine benim Sabah'taki köşemde yazdığım yazı konulmayıp, yerine "Türk Silahlı Kuvvetleri'ne hakaret ve suç içerdiği" gerekçesiyle beni jurnallemediler mi? (2-3-4 Kasım 2000) Yazı, sağda-solda yayınlandı; ne suç, ne de TSK'ya hakaret içermediğini herkes gördü.

Ama bunu hep yapıyorlar. "Kuyruk sıkışınca" başlıyor, laiklik ve Atatürkçülük edebiyatı ve orduya "aşk mektupları"… Ve, ne garip raslantı, 27 Ekim 2000'de Etibank'a ve bazı Sabah yöneticilerinin mal varlığına ve pasaportlarına el konulmasından sonra, "laiklik edebiyatı" ve "asker yağcılığı" nasıl canlandıysa; bugünlerde de, Etibank'a ilişkin raporların ortalığa saçılmaya başlamasının ve "Beyaz Enerji operasyonu" ile ilgili yeni gelişmelerin söz konusu olduğu bir sırada, aynı yola başvuruyorlar.

Herşeye ragmen; onların bana ödemeyi reddettikleri ve 10 yıllık çalışmamın üzerine konmak istedikleri "kıdem tazminatı borcu" gibi, benim de Sabah yöneticilerine çeşitli "borçlar"ım var. Onca uzun yılların ilişkisi içinde, karşılıklı borç ve alacaklar tahakkuk eder. Bu son kez, bir "borç" daha doğdu. Yeni Şafak ve "hortumcuların tetikçileri"ne yönelik ağır saldırılarda benim ismimi sakınmışlar. Fehmi Koru, Nazlı Ilıcak ve Mehmet Barlas'la birlikte anmamışlar. Bu tür borçlandırmaları da hep yaparlar. Beni, askere gammazladıkları vakit, daha önce yazılarını sürekli sansürledikleri Mehmet Altan'a çiçek atmışlardı.

Yine de benim "tetikçi" olmadığımı, olamayacağımı hatırlamaları ve bilmeleri hoşuma gitti. Teşekkür etmeli miyim?

Peki, Sabah'ın saldırı kampanyasında ismim anılmamış ve Sabahçılar beni sakınmış olmasına karşılık, ben, niçin bu yazıyı yazdım?

Sabah'ın ifade ettiği "temel nitelikleri" paylaştığım için… "Laik ve demokratik ilkelerden taviz vermeyen yenilikçilerin öncüsü misyonu" yıllardır tıpatıp benim üzerime oturduğu için, gazeteciliğin "tek amacı" olan "halkın haber ve bilgi alma hakkı"nın gereğini yapmalıydım…


23 Mart 2001
Cuma
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED