T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Dinç Bilgin'e ne yakışır?

Türk basınında 'aileden gazeteci' patronların sonuncusu olan Dinç Bilgin bir süreden beri zor durumda. İzmir'de çıkardığı Yeni Asır'a sığamayıp İstanbul'a gelmiş ve "Türkiye'nin en çok satan gazetesi" olduğunu nazar boncuğuyla başlık kenarından duyuracak Sabah'ı çıkartmıştı. Yakın zamanlara kadar, birden fazla tv kanalı, çok sayıda gazete ve dergi ile dağıtım örgütüne sahipti Dinç Bilgin. Bugün, 1998 yılı mart ayında sahipliğini üstlendiği Etibank'ın içini boşalttığı iddiasına muhatap; bütün mal varlığına tedbir konulduğu için, medya patronluğunu, ancak başkalarının himmetiyle sürdürüyor...

Bu durum benim hoşuma gidiyor mu, Dinç Bilgin'in düşmesinden zevk mi alıyorum?

Bu gazetenin okurları, hislerimi defalarca ifade ettiğim için, Dinç Bilgin'in durumuna gerçekten üzüldüğümden haberdarlar. Daha ilk günden pişmanlık duyduğunu bildiğim bankacılık sektörüne hiç girmeseydi keşke. Keşke, kendi koyduğu ve uzun yıllar sâdık kaldığı "Gazeteci sadece gazetecilikle ilgilenmelidir" kuralından hiç şaşmasaydı. İki yıllık Etibank serüveni yüz yılı aşkın aile geleneğini yerle bir etmeye yetti. Eminim, Dinç Bilgin, elinde olsa, 1998-2000 yıllarını hayatından çıkartmak isterdi.

Bu emniyetim, kendisini yeterince tanımamdan geliyor. Şimdi, gazetesinde, benden 'iki isimli' diye söz ettiriyor, ama vaktiyle üçüncü bir isimle Yeni Asır'da yazmamı isteyen ve bunu sağlayan o olmuştu; Faruk Yeni imzasıyla yazdığım yazıları, İzmirliler, çoğu manşetleştirildiği için, hâlâ hatırlar... Dinç Bilgin ile, bundan iki yıl önce, grup gazetelerinden birini yenileme veya yepyeni bir gazete çıkarma konusunda, onun talebiyle gerçekleşen, görüşmelerim de oldu. Her görüşme olumlu bitecek değil ya, bizimki de sonuca varamadı. Etibank öncesi o günlerde, Dinç Bilgin'de hiç bitmeyecek bir gazetecilik heyecanının varlığını müşahede imkânı bulmuştum. Bankacılık sektörüne girdiği için, ailesi uzakta ve keyif aldığı yurtdışı kitap safarilerine de çıkamıyor bugün Dinç Bilgin; bu durumun kendisini hiç mutlu etmediğine o görüşmelerimizde edindiğim izlenimlerden varabiliyorum.

"Banka hortumlamak" deyimi bir Sabah yazarının Türkçemize armağanı. Sabah, patronu bankacılığa soyunmadan önce patlayan her finansal skandalda, bugün Yeni Şafak ve yazarlarının davrandığı gibi, -hatta çok daha acımasız- bir tavır takınırdı. Cesur gazetecilerin çalıştığı bir gazeteydi Sabah. Pek çoğunu tanıdığım için biliyorum, Sabah'ta çalışan ve yazan dostlarımız, bugünkü durumlarından memnun değillerdir. "Hortum" sözcüğünü kullanmaya kalksalar, bankacılık sektöründeki yolsuzluk iddialarına eğilseler, zülf-ü yâre dokunma endişesi var. Bu durum Sabah'ın tirajını da etkiledi; 'hortumlu' haberler okuyamadıkları, sadece 35 bin ailenin yararlandığı yüksek fâizli devlet tahviline talep "Halk bayram etti" türü başlıklarla sunulduğu için, yaklaşık 500 bin okur Sabah okumayı bıraktı.

Sabah'ın boşluğunu, bugün, atak haberciliği ve nitelikli yorumlarıyla Yeni Şafak dolduruyor. Bakmayın şimdi bizlere "Tetikçi" veya "Şeriatçı" diye saldırmalarına; vaktiyle Sabah'ın yıldız kadrosunda bulunmuş Mehmet Barlas ve Cengiz Çandar'ın, Dinç Bilgin'in beraber çalışmayı arzuladığını geçmişte defalarca ifade ettiği Nazlı Ilıcak ve başkalarının Yeni Şafak'ta buluşması elbette bir tesadüf değil. Öncekilerden her bakımdan farklı olacağını şimdiden belli eden içinden geçtiğimiz kritik dönemin gazetesidir Yeni Şafak; tıpkı "Özal'lı yılların" gazetesinin Sabah olması gibi...

Bir meslek adamının, bir medya patronunun, yanlış bir tercihin ceremesini itibarını kaybetmekle çekmesi bizleri elbette üzer, üzüyor da. Yitirilen her itibar, onların elde ettikleri nimetleri paylaşmayanların itibarlarından da bir kaç kiremit uçuşturur çünkü. Her kamuoyu yoklamasında, "Medyaya güvenmiyorum" diyen veya Sabah başyazarı Güngör Mengi'nin bizzat dinlediği TESEV araştırmasında olduğu gibi "Medya, patronları yüzünden yolsuzluklar üzerine şal örtüyor" tespitini sergileyen yığınlar, devleti soyduğuna inandığı patronlara ve onların "Hınk" deyicilerine bakarak bu kanaati oluşturuyorlar...

Sabah yazarı Çetin Altan, Batı'daki 'düello'ya karşı Türkiye'de 'pusu' geleneği olduğunu yazar. Doğrudur; bunu, kapılarının her çalışında yürekleri hoplayanların, ellerindeki karalar, üzerimize gelmelerinden de biliyoruz. "Şeriatçılar" veya "İrtica" diye bağırdıklarında kulak verecek birilerini yanlarında buldukları 28 Şubatçı havanın hâlâ devam ettiğine dair umutlarını yitirmek istemiyorlar... Oysa, halk, "Şeriatçılar" nârasının yolsuzlukları örtmeyi amaçladığını biliyor bugün ve saldırıların kimse üzerinde bir etkisi olmuyor...

Dinç Bilgin'in yerinde olsam, kendisini şimdiki durumuna sürükleyenleri artık dinlemem ve kabadayıların güdümüne girmiş bir 'baba' görüntüsü vermektense, 'düello' geleneğine sahip bir anlayışın 'şövalyesi' olmayı yeğlerdim...


23 Mart 2001
Cuma
 
FEHMİ KORU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED