T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bana dokunmayan yılan...

Fatih Üniversitesi öğrencileri, uğradıkları mağduriyeti anlatmak üzere kolları sıvadılar. Kamuoyu oluşturmak amacıyla çeşitli ziyaretler yapıyorlar. Bu arada bize de uğradılar.

"Biz üniversiteyi değil, talebeleri savunuyoruz. İstikbalimiz ne olacak?" diye soruyorlar.

İrtica meselesi

Gençler, özellikle YÖK'ün kararındaki bir cümleye takılmışlar.

YÖK'ün iddialarından biri şu: "Akademik ve idarî personel ile öğrencilerin büyük bir bölümü, siyasi ve ideolojik nedenlerle kılık kıyafet kurallarına aykırı davrandı. İdare, buna müsaade gösterdi, hatta teşvik etti. Uyarılara rağmen bu durum devam ettirildi. Ayrıca idare, irticai eğilimli kişileri akademik ve idari görevlere getirdi."

Ziyaretimize gelen öğrenciler, "Neden üniversitede okuyanların siyasi ve ideolojik sebeblerle hareket ettikleri ileri sürülüyor?" diye sordular.

Gerçekten de YÖK'ün iddiaları somut verilere dayandırılmıyor. Meselâ, "İdare, irticai eğilimli kişileri akademik ve idarî görevlere getirdi" denilirken, soruşturma geçirmemiş ve ceza almamış şahıslar afâki bir şekilde suçlanıyor.

YÖK, rektör vekili Prof. Fahrettin Gücin'i de şöyle bir cümleyle suçluyor: "2547 sayılı kanunun 4 ve 5'inci maddelerinde yer alan amaç ve ilkeleri benimsediği konusunda tereddütler bulunan bir kişi, rektör vekili olarak tayin edildi."

İşte bu da delili bulunmayan bir suçlama. "Tereddüde" binaen üniversite cezalandırılıyor.

Göksu ve Ateş

Fazilet Partisi'nin iki milletvekili, Mahmut Göksu ve Azmi Ateş, Başbakan'a "kanunla kurulan bir üniversitenin gene kanunla kapatılmasının gerekip gerekmediğini" sordular.

Tek soru bu değil elbette. Herkesin zihnini kurcalayan konuların başbakan tarafından açıklanmasını istediler. Azmi Ateş aynı zamanda YÖK Araştırma Komisyonu'nda görev aldığı için konunun yakın bir takipçisi. İşte sorularından bazıları:

1) Üniversite yönetimine yargı yolunun açık olmasına rağmen, ülkemizde yargının işleyiş süreci göz önüne alındığında, yavaş işleyen bir adalet mekanizması karşısında, koskoca bir müessesenin zamana yayılacak mağduriyeti nasıl telâfi edilecektir?

2) Fatih Üniversitesi'ne, 2001-2002 eğitim ve öğretim yılında öğrenci alınmamasına karar verilmesi, kademeli olarak kapatılma anlamına gelmez mi? Bu durumda yaklaşık 4000 öğrencinin akıbeti ne olacak?

3) Öğretim üyelerine yönelik irtica suçlamasının somut delilleri var mı? Sizce, üniversite yönetimi, hangi kıstaslara göre, irticai eğilimli kişileri göreve getirmiş ve öğrencilere "laiklik karşıtı bir yaşam tarzı" sunmuştur?

4) 2547 sayılı yasanın 4 ve 5'inci maddelerini göz önüne alırsak, kimin Atatürkçü olduğunu tesbit yetkisini kime vereceğiz? Nasıl bir hukukî yorumla insanların bu maddelere uymadığını belirleyeceğiz?

Adıyaman milletvekili Mahmut Göksu, aynı zamanda Milli Eğitim Komisyonu üyesi; bu bakımdan meseleyi yakından takib ediyor.

O da Başbakan'a Fatih Üniversitesi hakkında alınan kararın hesabını sordu:

1) YÖK, 16 Mart 2001 tarihli toplantıda, Fatih Üniversitesi'ne 2001 - 2002 öğretim yılında öğrenci alınmaması cezası verdi. Bu cezanın yasal dayanağı var mı?

2) YÖK, Fatih Üniversitesi hakkında aldığı bu kararla, o üniversiteyi ekonomik olarak çökertip, toplum nezdinde itibar kaybettirmiş olmuyor mu?

3) TBMM'de, bütün partilerin katılımıyla kurulan YÖK Araştırma Komisyonu'nun hazırlamış olduğu raporda, başta Kemal Gürüz olmak üzere, bazı rektörler hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. Bu duyurunun gereği yapıldı mı? Hükûmet olarak, bu raporu Genel Kurul'a getirmeyi düşünüyor musunuz?

Çifte standart

Avrupa Birliği'ne girmek için, hükûmet bir ulusal program hazırladı. Ama bir bakıyorsunuz, Fatih Üniversitesi'nin kapısına kilit vuracak adımlar atılıyor.

Ve ne tuhaf!!! "Dinci basın" (!) haricinde çıt çıkmıyor. Tekelci medya binlerce, onbinlerce kişinin sıkıntısını görmezden geliyor. Teşebbüs hürriyeti, eğitim hürriyeti, inanç hürriyeti büyük ölçüde zedeleniyor.

Ne bir ses, ne de nefes... Türkiye'deki çifte standart, insanın yüreğini sızlatıyor.

Kavakçı meselesi

Bir başka haksızlık da Merve Kavakçı'ya karşı yapıldı.

Meclis Başkanı Ömer İzgi, 13. 5. 1999 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla Merve Kavakçı'nın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını kaybettiğini, dolayısıyla milletvekilliğinin düştüğünü Genel Kurul'a açıkladı.

FP, Karaman milletvekili Zeki Ünal, Ömer İzgi'ye şu soruları sordu:

1) Merve Kavakçı hakkında Anayasa'nın 76'ncı maddesinde belirtilen suçlara ilişkin kesin ceza mahkûmiyeti olmadığı halde, "Anayasa'nın 84'üncü maddesinin 2'nci fıkrasına göre, milletvekilliği düştü" diyerek, Genel Kurul'a bilgi sunulması, hukuk kurallarına uygun mu? Uygunsa emsali var mı?

2) Genel Kurul'un bilgisine sunulan metinde, TC vatandaşlığını kaybettiği gerekçesiyle, Kavakçı'nın milletvekilliğinin bittiği ifade edilmektedir. Halbuki Kavakçı, 1,5 yıldır TC vatandaşıdır. 28. 10. 1999 tarihinde, Bekir Lütfü Yıldırım ile evlenerek, 403 sayılı yasanın 5'inci maddesine göre, TC vatandaşı olmuştur. R 06/089465 seri numaralı TC nüfus cüzdanı taşımaktadır.

3) Yüksek Seçim Kurulu kararında, Kavakçı'nın milletvekilliğinin düşürülme yetkisinin, Anayasa'nın 84'üncü maddesine göre, TBMM'ye ait olduğu belirtilmekteydi. Bir başkan, kendisini TBMM'nin yerine koyarak, halkın reyi ile seçilen milletvekilinin sıfatının düşürülmesi konusunda re'sen karar verme yetkisine sahip midir?

Zeki Ünal bir başka önemli noktaya da parmak basıyor:

"Bakanlar Kurulu, 13. 5. 1999 tarihli bir kararla, Kavakçı'nın vatandaşlığını kaybettirdi. Eğer, bu karara rağmen milletvekili sıfatı devam etmeseydi, 16. 8. 1999 tarihinde, DGM tarafından fezleke hazırlanmaz ve Başbakan Bülent Ecevit'in imzasını taşıyan 13. 9. 1999 tarihli bir yazı, dokunulmazlığın kaldırılması için TBMM Başkanlığı'na gönderilmezdi. Eski Meclis Başkanı Yıldırım Akbulut da, 19. 10. 1999'da, Kavakçı'nın avukatı Salim Özdemir'e, 'Danıştay'daki davanın, Kavakçı aleyhine sonuçlanması halinde, milletvekilliğinin düşürülmesi konusunun tekrar Yüksek Seçim Kurulu'na gönderilmesinin gerektiğini' yazmazdı."

Çarpık zihniyet

İşte Türkiye'nin hali bu: Göz göre göre haksızlık ediliyor. Ama medyanın büyük bölümü midesinden yakalanmış bir kere. Tepkiler gazetelere ve televizyona yansıyamıyor.

"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" zihniyeti...


23 Mart 2001
Cuma
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED