|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İki haber: "Bir liseli genç, âşık olduğu sınıf arkadaşını öldürdü, sonra kendini vurdu." "28 yıllık hakimde vurgun itirafı. Avukat bürolarında mahkeme kurduk... Ellerimi kelepçeye uzattım bekliyorum." Bu iki haber, her gün medyaya yansıyan benzeri binlercesi ile birlikte, Türkiye'nin içine itildiği "değer bunalımı"nın tipik göstergesidir. Hayata başladığımız ilk yaşlardan itibaren bir kişilik erozyonu ile de yüzyüze geliyoruz ve bu, zaman içinde kişilik kangrenleşmesiyle sonuçlanıyor. Lise öğretmenleri arasında bir araştırma yaptığınızda, özellikle bayan öğretmenlerin lise sınıflarında derse girmekten ürktükleri sonucuna ulaşırsınız. Öğretmenler "Liselerde eğitim bitti" alarmını verirler. Çocuklar, ana kucağından kişilik erozyonu ile ayrılmadıklarına göre ülkemiz, kişilik basamaklarında tırmanılan süreçte, insanlara kazandırmıyor, kaybettiriyor. Gazete manşetinde bir hakimin yolsuzluğu var. Dün, hakim ve savcı adaylarına konuşan Adalet Bakanı "Adalet mülkün temelidir" özdeyişinden yola çıkarak "Adalet düzgün işlemiyorsa, devletin temeli sağlam değil demektir" diyordu. Oysa orda bir çürük var. Lozan müzakereleri sırasında İtilaf Devletleri temsilcileri Türkiye'ye "Adlî kapitülasyonlar"ı yeniden dayatmak amacıyla "Sizde yargı rüşvetsiz işlemez, hakim maaşları da çok az, onun için Batı'nın iyileştirici yardımına ihtiyacınız var" görüşünü öne sürüyorlardı. Bugün dünyada kredi ararken, önümüze, yolsuzluklar ve tabiî güvensizlikler çıkıyor. Uluslararası finans kuruluşlarının koca Türkiye siyasetini ıskalayıp, 25 yılını Amerika'da geçirmiş bir tek adamda odaklaşmasını nasıl yorumlamak gerekiyor? İstanbul Barosu, avukatlar arasında yaptığı bir araştırmada "yargıda rüşvetsiz iş bitirmenin zor olduğu" sonucuna varmış ve yargı camiasından büyük tepki almıştı. Oysa orada bir çürük diş vardı. Aslında çürük diş, toplumun bütün katmanlarında vardı. Türkiye'nin gündeminde bir "yolsuzluk ekonomisi" var ve aşağı yukarı bir yıldır "yolsuzluk ekonomisi"nin ağlarını çözmek için operasyonlar yapılıyor. Operasyonlar, tiyatrocular dahil, nerdeyse yolsuzluğa karışmamış toplum katmanının bulunmadığını ortaya koydu. Siyasetçisi, sivil-asker bürokratı, medya insanı, serbest meslek erbabı, büyük-küçük işadamı, polisiyle... Bir ara mafyayı konuşurduk, oysa mafyanın nerdeyse hayatın her alanında, hatta parça parça herkesin zihninde varolduğu gözlendi. Bütün bunlar, bir değer erozyonunun göstergesi. Ve sadece yolsuzluklar alanında yaşanmıyor değer erozyonu... Medeni Kanun değişikliğinde, bir sevgi harmanı olması gereken aile ocağından sarfı nazar edere, nerdeyse karı-kocayı birbirine karşı pusuya yatıran bir anlayıştan yola çıkarak çözümler arıyoruz. Siyaset neden güven vermiyor? SSK'nın ameliyat için sevkettiği hastaneden kalbi delik çocuğunuz için randevu almaya kalkın bakalım, doktorlara artı bir ameliyat parası vermeden yakın zamana randevu alabiliyor musunuz? Ya da ameliyat parası verdiğinizde o uzun zamanlar nasıl yakın oluveriyor? Avrupa'da bazı insanlarımız, umumi telefonlar için buzdan jeton üretiyorlarmış. Bu gerçekten böyle mi, yoksa bir aleyhte propaganda mı söz konusu bilmem ama, işin şuyuu vukundan beter diye buna derler... Adımız "kötü"ye çıkıyor... "Kötü", bir değer erozyonudur. Biz buralara, savaşa giden askerin, yol üzerindeki bağdan üzüm koparmışsa, yerine akçe dolu kese astığı günlerden geldik. Çocuğunun boğazından "Haram lokma" geçmesin diye titizlenen insanların zamanından geldik. Almayı değil "verme"yi erdem bilmeyi öğreten bir medeniyetten geldik. Üstelik doğruluğu, dürüstlüğü, insan olmayı zaptiye zoruyla değil, gönül şevkiyle becerenlerin dünyasından geldik. Gele gele bugünlere geldik. İşte değerler dünyası gaspedilmiş bir toplumun görüntüsü... Çocuk yaşta cinayetler ve intiharlar, ileri yaşlarda yolsuzluklar... En çok "etik" kavramını konuşuyoruz, yani ahlâk'ı... Siyasette, medyada, tıpta... Çünkü onu arıyoruz kaç zamandır. Okul kapatan, öğrencileri kategorize edip bir kısmına yolları kapatan, üniversitelerin kapısına kilit vuran eğitim düzeni, çocuklarımıza "iyi-erdemli insan"a ulaşacak bir değer yüklemekten aciz. Yani asıl işini yapmaktan aciz. Çünkü kendi içinde bir değerler karmaşası yaşıyor. Çocuklarımız sigara ile, alkol veya uyuşturucu ile ortaokul çağlarında buluşmayı öğreniyor, ama insanî değerleri öğrenemiyor. Bunun bir sorumlusu olması gerekmiyor mu? Türkiye'nin ekonomiden önce, hatta açlıktan önce konuşacağı, konuşması gereken çok şeyi var elhasıl...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |