T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"İlgi alanımıza" girmeli...

Basın Konseyi'nin açıkladığı "Hapiste bulunan gazeteciler" hakkındaki raporu gözden geçirdiğimiz üçüncü yazı bu. Lâfı çok mu uzattık? Bana sorarsanız hiç de değil; bu öyle bir konu ki onüç yazıyı bile kolaylıkla kaldırır! Mesele, otoritesini ve meşruiyetini nereden aldığı açık olmayan Basın Konseyi'nin nasıl olup da bu derece özensiz bir rapor hazırladığıyla sınırlı değil. Mesele çok daha önemli olarak, bizi doğrudan ülkedeki ceza (cezalandırma) sisteminin sorgulanmasına götürecek nitelikte. Eğer Basın Konseyi'nin incelemeye aldığı dosyalar "Rapor"da belirtildiği gibiyse, Türkiye'nin bu cezalandırma sistemiyle huzura ve demokrasiye ulaşması mümkün değil. Ve tabii, eğer bir toplum bu özellikte olan cezalandırma sistemini sorgulamaya yanaşmıyor, onu düşünmekten ısrarla kaçıyorsa, o toplumun huzuru ve demokrasiyi hak ettiğini de söyleyemeyiz. Önceden de söylemiştim; bir toplumun "hür" olduğundan söz edebilmemiz için, o toplumun bütün bireylerinin hür olması lâzım gelir.

Dünkü yazımda aktarmıştım; 12 sene 6 ay ağır hapis cezasına mahkûm olan Ali Sinan Çağlar'ın dosyası eğer "Rapor"da belirtildiği gibiyse, bu sonuca kendisini demokrat olarak gören hiç kimse kayıtsız kalamaz. Eğer dosya anlatıldığı gibiyse, bu nitelikte tek bir dosyanın varlığı bile kabul edilebilir bir durum değildir. Eğer dosya anlatıldığı gibiyse, söz konusu mahkûmiyetin dayanağı olan yasaları, mahkûmiyet kararını veren Devlet Güvenlik Mahkemesi'ni ve bu manzarayı sakin sakin seyreden başta TBMM ve hükümet olmak üzere herkesi vakit geçirmeden düşünceye davet etmemiz gerekir.

Bakın, "Rapor"da yer alan Erdal Doğan'ın dosyası da benzer özellikler taşıyor: "Ankara'da, Sivas olaylarının yıldönümü dolayısıyla 2 Temmuz 1995'de yapılan yürüyüşe katıldığı, 10 Mart 1996 tarihinde Belediye otobüsüne Molotof kokteyli atılması sırasında 'gözetleme' görevi üstlendiği, ayrıca eylem sırasında kullanılan pankartı kendisinin hazırladığı, evinde yapılan aramada Dev-Sol bayraklarının bulunduğu, bu kanıtlar ışığında yasa dışı terör örgütü olmak suçundan 12 yıl 6 ay ağır hapse mahkum olduğu belirtilmektedir. Kendi beyanına göre Kurtuluş Gazetesi mensubudur. Halen Ankara Sincan F Tipi cezaevindedir."

Eğer "rapor" gerçekleri anlatıyorsa, bu ne iştir? Unutmayın, tamı tamına "12 yıl 6 ay" ağır hapis cezası! Eğer durum gerçekten böyleyse "Bu nedir, yoksa Çarlık Rusyası'nda mı yaşıyoruz?" diye sormak meşru değil mi? Eğer durum böyleyse, bütün bu olup bitenler, çoğu 20 yaşlarında "kürek" cezasına mahkûm edilmiş bu gençlere "Hukuk Devleti"nin dünyanın en makbûl devleti olduğunu hangimiz anlatabilir? Bu çerçevede, "Demokrasi"nin insanların şiddete başvurmaları dışında "ereklerine" ulaşmaları için gerekli imkanın sağlandığı en iyi yönetim biçimi olduğuna kimi inandırabilirsiniz? Yoksa bu cezalandırma sistemi özellikle de gençleri, hukuk devletinin, demokrasinin ve ağızlardan düşmeyen liberalizmin düşmanı yapmak gibi bir misyonla mı donatılmıştır?

Gelelim Nurettin Şirin'in dosyasına:

"Nurettin Şirin kendisinin gazeteci-yazar olduğunu ancak 1 Şubat 1997 tarihinde Sincan'da düzenlenen 'Kudüs Gecesi'nin hazırlıklarına bilfiil katıldığını söylemiş, ayrıca Kur'ani esaslara dayalı bir rejim özlediğini bildirmiştir. Dosyadaki bilgilere göre, Şirin'in evinde ele geçen video kayıtlarındaki konuşmaları da kendisinin İran ve Humeyni hayranı olduğunu açıkça gösterecek niteliktedir. 'Türkiye'deki laik diktatörlük, Abbas Musavi'nin kanına kan misakı ile bağlı yiğitlerin feryadı ile sarsılacak. Türkiye'deki müslümanlar şehit Şeyh Sait'in kanının varisi olarak, Kemalist iktidarların katlettiği müslümanların ve alimlerin varisi olarak bu ülkedeki katilleri, bu ülkedeki Kemalist canileri tarihin çöplüğüne atacağız. Türkiye'deki müslümanlar da Şeyh Sait'in yolunu devam ettiriyor, onun kanının intikamını alıyor. Biz Kemalist canilerin müslümanlara yaptıklarını yanlarına bırakmayacağız. İsrail'deki canilerle Türkiye'deki Kemalist caniler arasında ne fark vardır?' Nurettin Şirin'in sözleridir. Nurettin Şirin Hizbullah örgütüne (yasa dışı silahlı bir çeteye) üye olmak ve Terörle Mücadele Yasası'nı ihlal etmek suçundan biri 17 yıl 6 ay ağır hapis, diğeri 1 yıl 9 ay ağır hapis olmak üzere iki kere mahkum edilmiştir.

DEĞERLENDİRME:

Eldeki bilgiler yasa dışı bir örgüt üyesi olduğunu açıkça göstermektedir. O nedenle Konsey'in ilgi alanı içinde değildir." (!)

İşte size ağırlığı 20 yıla yakın çeken bir başka dosya!

İsterseniz, herşeyden önce, Konsey'in raporundaki "maddi" hataları ("manevi hatalar"a sonra gelmek üzere!) hatırlayalım: Konsey dışında herkesin bildiği gibi, "Rapor"da sözü edilen "Hizbullah örgütü", bizim Hizbullah değildir! Bu örgütün yanına "Rapor"da parantez içine "yasa dışı silahlı bir çeteye" notu düşülmüş olsa da, (zamanında Cengiz Çandar'ın bir yazısında belirttiği gibi) bu "Hizbullah", Lübnan'da faaliyet gösteren ve Filistin-İsrail savaşında merkezi rolü olan şu ünlü örgüttür... Hatırlıyorsunuz, "bu" Hizbullah'ın liderini Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de ziyaret ediyor!

Gelelim "manevi hatalar"a: Şirin'in "Kudüs Gecesi"nin hazırlıklarına "bilfiil" katılması o "gece"nin davası içinde değerlendirilmelidir. Şirin'in "Kur'ani esaslara dayalı bir rejim özlemesi" ve "İran ve Humeyni hayranı olması", bir "özlem" ve bir "hayranlık" durumunda kaldığı müddetçe sadece kendisinin bileceği bir hususlardır. Şirin'in evinde bulunan "video kayıtları"ndaki konuşmaya gelince:

"Dosya"dan anlaşıldığına göre, Şirin, bu konuşmayı bir toplantıda, bir radyo ya da televizyon programında değil, sadece kendisi (ve belki yakın arkadaşları) için yapmıştır. Şirin'in belki de böyle bir alışkanlığı vardı! Akşam işten eve dönünce videoya kaseti sürüyor ve o akşam canı kimi isterse onu (veya onları) canının istediği gibi bir güzel eleştiriyor ve bu konuşmasını kaydediyordu! Olamaz mı, niçin olmasın? Bu alışkanlık belki tahmin ettiğimizden de çok yaygın! Belki de millet canının çektiği "televizyon programını", bu yolla, yani kendi doldurduğu video kasetlerle kendi hazırlıyor... Dolayısıyla, Şirin'in konuşmasının içeriğini fazla heyecanlı, tamamen yanlış, bütünüyle hatalı, hepten insafsız, vs. bulsanız da olay tamamen "özel hayat"ta cereyan ediyor! Eğer Şirin'in dosyası gerçekten de "Rapor"da anlatıldığı gibiyse, sayılan bu işlerin bedelinin 20 yıla yakın ağır hapis cezası gerektirdiğini kim söyleyebilir? Eğer öyleyse yandık demektir... Demek bu ülkede, insanların canlarının çektiği gibi kaleme aldıkları "jurnal"lerin başına da (eğer "jurnallenirse"!) "video kaset"in başına gelenler pekâla gelebilir!

Sonuç olarak: Bu işlerle -Basın Konseyi'nin "ilgi alanı"na girmese de- bizler mutlaka ilgilenmeliyiz. Eğer "iyi" bir şeyler yapmak istiyorsak mutlaka ilgilenmeliyiz...


27 Mart 2001
Salı
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED