|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ile Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ortaklaşa düzenlediği "Türkiye'nin Dinsel Sorunlarına Yeni Çözüm Arayışları" konulu panelin açılışında Diyanet İşleri Başkanı M. Nuri Yılmaz bizim de burada zaman zaman dile getirdiğimiz bir tespitte bulunuyor: "Türkiye gelinen bu noktada öncelikle irticanın nasıl anlaşılması gerektiği problemini halletmek mecburiyetindedir. Sürekli olarak insanlar dînî yaşantılarından dolayı rahatsız ve mağdur edilmemeli. Hiç şüphesiz İslamiyet irticanın, yobazlığın, kör taassubun ve şiddetin her türlüsünü reddeder. Devlet şuurlu veya şuursuz ortaya çıkan bu eğilimlerle en etkili şekilde mücadele etmeli. Bu akımlarla mücadele etmenin en etkili yolu da ilmi rehber ederek topluma dini asli kaynaklarından öğrenme fırsatı sağlamaktır". Gerçekten de günümüzün en önemli problemlerinden birisi "irtica" diye tanımı yapılmamış ve bu sebeple de istismar edilmeye son derece müsait bir kavramın ardına sığınılarak insanımızın dinini öğrenme ve onun gereklerini yerine getirme hakkına sınırlamalar getirilmesi, bu sınırlamalara uymak istemeyen insanların öğrenim hakkı, çalışma hakkı, fırsat eşitliği, kamu kaynaklarından statülerinin gerektirdiği bir adalet için yararlanma hakkı gibi temel hak ve hürriyetlerinin ellerinden alınmasıdır. 28 Şubat süreci bunun tipik misalidir. Tabiatıyla böyle bir ortamda insanların birbirleriyle ve kendilerini yönetenlerle barışık olmaları mümkün değildir. Çünkü bu ortamda "irtica" diye bir düşmana rastgele ateş edilmektedir ve bu düşmanın kim olduğu belli değildir. İşin vahim yanı bu atış yapılırken bir taraftan masum canlara kıyılmakta, öte yandan da bu kargaşa ortamının şartlarından yararlanarak kimileri malı götürmektedir. Son gelişmeler gösteriyor ki birileri "irtica" ile savaşıyoruz zannederken başkaları ganimet toplamış, devlet imkanlarını kendi ceplerine kanalize etmişler. İnsan ister istemez dindarları hedef alarak yürütülen bu irtica savaşının sadece dini ve toplumunun yapısını bilmemekten kaynaklanmadığını, tam tersine kargaşa ortamının toz dumanı altında başka olayları gizlemek için çıkarıldığını düşünmektedir. Olayın bu ikinci yönünü din konusunda doğru bilgiler vererek, zamanında uyararak önleme imkanı yoktur, ancak bilmemekten kaynaklanan kısım sağlıklı dînî bilgiler verilerek, dindarlara yönelik tavrın dînî ve sosyal bünyede açacağı yaralar anlatılarak önlenebilir. Bu görev ise esas itibariyle Diyanet İşleri Başkanlığı ile İlahiyat Fakülteleri'ne düşmektedir. Bu bakımdan tertiplenen bu paneli ve Sayın Yılmaz'ın panelde yaptığı tespiti ve aldığı tavrı önemsiyorum. Ancak bu tavrın "irtica"ya yönelik "kutsal cihad" çağrılarının yapıldığı, savaş baltalarının rastgele savrulduğu dönemlerde neden alınmadığını da anlayabilmiş değilim. Muhtemel ki ortamın tavır alma için olgunlaşması ve böyle bir beyana müsaade edilebilir hale gelmiş bulunması beklenmiştir. Ancak bu gecikmenin din ve vicdan hürriyetine vurduğu darbeler bir yana, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ve İlahiyat Fakülteleri'nin saygınlığına büyük gölge düşürdüğü de bir vakıa. Bu kurumların üzerine düşen gölge dışardan daha iyi görülüyor. Bizim bu konuyu zaman zaman dile getirmemiz de bu yüzden.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |