YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Bilişim'den

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Cumhurbaşkanı'nın himmetiyle...

Pazar günü Radikal'den Gündüz Vassaf, "Türkiye'nin düşmanları, YÖK ve üniversite" başlıklı yazısında adına YÖK denen ve ülkenin üniversitelerini şimdiye kadar görülmemiş bir "cadı kazanı"na çeviren kurumun zihniyetini o kadar güzel analiz etmiş ki... Vassaf, yazısına "Türkiye'de yaşamak, savaş halinde bir ülkede olmak gibi" diyerek başladığı yazısında sözü üniversitelere şöyle getiriyor: "Şimdiye kadar alışmadığımız ise üniversitenin de savaş cephesinde yer almasıydı."

Vassaf'ın YÖK başkanının bir konuşmasından çekip aldığı şu sözler gerçekten de "savaş çığlıklarını" çağrıştırıyor: "Birinci görevim, Türk milletinin şerefinin artması. (...) Bu topraklarda en güçlü biz olacağız." Yazarın da belirttiği gibi ne oluyor; Anayasa'da ülkenin "yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek" ve bu kurumlardaki "eğitim-öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek" gibi görevlerle donatılmış olan YÖK'ün başında bulunan şahsın "ülkenin toprakları"yla falan şimdi ne ilgisi var?

Gündüz Vassaf, YÖK başkanından sonra söz alan İstanbul Üniversitesi Rektörü'nden de şu sözleri almış: "Tek devlet, tek ulus, tek vatan, tek dil." Yazarın burada yaptığı benzetme de yerindeydi: "İkinci Dünya Savaşı'nın çıkmasına neden olan faşist ideolojinin sloganlarının, Türkiye koşullarına uyarlanmış tercümesi gibiydi."

Orhan Pamuk'un Sabah'ın dünkü sayısında yer alan bir açıklamasını da hatırlatmak isterim. Pamuk da, bu kez Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'de uygulamaya konulan başörtüsü yasağı dolayısıyla, üniversitelerin "savaş cephesi"nde nasıl yer aldıklarını şöyle değerlendiriyordu: "Tabii korkunç bir gösterge. Din, maneviyat okumaya geliyorlar. Gereğinde devlet onları hoşgörüyor, destekliyor. Sonra bir karar değişikliği yaparak onları istemedikleri bir kıyafete sokuyor. Öğrencilerin, hele inançları doğrultusunda din okumaya gelenlerin üniversiteye istedikleri kıyafetle girememeleri bir felaket. Daha felaketi bütün ülkenin bu baskı görüntüleri, bu baskı kültürüyle, her gün elinde kitabı çantası, kapıdan dönen öğrencilere tanık olarak iç içe yaşaması. Öğrencilerin bazıları peruk takarak, bazıları saçlarını çaresizlikten açarak içeri giriyorlar. Bu da bir ikiyüzlülük kültürü. Bu baskıcı kültürü her akşam televizyonlarda görmeye alışmamız, bunlardan utanmamamız, 'Ne yapalım işte onlar da öyle olmasaydı' diye geçiştirmemiz (...) bir felaket."

Bu güzel sözlerde dile gelen en "acı hakikat", toplumun büyük bir kesiminin her akşam televizyon ekranında tanık olduğu "baskıcı kültür"ü "Ne yapalım..." diye geçiştirmeye çalışması değil mi? "Baskıcı kültür" insanları en temel özgürlükler söz konusu olduğu zaman bile işte böyle kayıtsız kılıyor; "baskıcı kültür" insanları tek tek ve birarada olmak üzere işte böyle "bencil" kılıyor. "Başkıcı kültür" tek tek insanlara ve topluma "etik kaygıları" işte böyle unutturuyor...

Fakat, YÖK ve üniversitelerimiz söz konusu olduğunda belki bu kadar kötümser olmamak da lazım. Ortada hiç küçümsenmemesi gereken gelişmeler de var. Cumhurbaşkanı Sezer'in tek başına, YÖK'ün bugünkü zihniyetinin hakkından geleceğinin işaretlerini görmeye başlamak insanı nasıl memnun etmez?

Cumhurbaşkanı'nın YÖK'ün yeni üyelerinin seçiminde gösterdiği kararlılık insanı nasıl iyimser kılmaz? Sezer'in Üniversitelerarası Kurul'dan gelen adayların geri çevrilmesi, Prof. Aysel Çelikel ve Prof. Ramazan Aslan'ın Cumhurbaşkanı'na ayrılan listeden seçimi zaten şimdiden birçok çevreyi yerinden oynatmadı mı? Düşünün bir kere; YÖK üyeleri dörder yıl görev yapıyorlar ve Cumhurbaşkanı'nın görev süresi herşeye rağmen 5 yıldan az değil... Görülen o ki, TBMM'nin düşünüp taşınıp bir türlü ele alamadığı YÖK sorunu artık Cumhurbaşkanı'nın himmetiyle çözülecek! YÖK'ü bir kurum olarak yine eleştirebilir, üniversitelere zararı ve yararını yine tartışabiliriz. Ama hiç değilse -eğer kısmetse- ortalığı "savaş alanı"na çeviren bir Yüksek Öğretim Kurumu'muz olmayacak... Az şey midir?


16 OCAK 2001


Kağıda basmak için tıklayın.

Kürşad Bumin

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...