|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Önceki gün Washington Post gazetesinde çıkan bir haber 11 Eylülün hızını alamadığını, hatta yeni yeni ivme kazanmakta olduğunun işaretlerini veriyor. 11 Eylül sonrası global McCarthyizmin tehdit ettiği alanların hangi boyutlara ulaşabileceğini burada dillendirirken tespitlerimizi ön yargılı bir batı ve Amerika düşmanlığı şeklinde yorumlayanlar olmuştu. Oysa yapmak istediğimiz ne mutlak anlamda Batı düşmanlığı ne de teslimiyetçi bir Batı hayranlığıdır. Batının stratejik hesaplarını, bu hesapların temelinde yatan felsefi ve psikolojik nedenleri resmetmeye çalışıyoruz. Bizzat ABD'nin eleştirdiğimiz tavırları Batı'nın anlaşılmasını, sağlıklı bir ilişki kurulmasını engellemektedir. Amerikan hegomonik zihniyet kalıplarını ve bunun neticesi ortaya çıkan stratejiyi okumaya çalıştıkça insanlık adına gerçekten ürkütücü bir tablo ortaya çıkıyor. İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, dünya sistemi yeniden kurulurken Yalta Konferansı'ndan sonra bir başka denge daha kurulmuştu. Yalta'dan hemen sonra ABD başkanı Suud yönetimiyle de (gizli) bir anlaşma yaptı ve bu anlaşma aslında Batı için Sovyetler'le yapılan anlaşma kadar önemliydi. Bu anlaşma Suud Kraliyet ailesine saltanat karşılığı petrolün garanti edilmesini içeriyordu. Batı'nın ihtiyacı olan petrol akışının garanti edilmesi, bunun hiçbir şart altında ABD ve Batı ittifakına karşı silaha dönüştürülmeden bekçiliğinin yapılacağı bir petro-politik ittifak kurulmuştu. Bu anlaşmanın bu zamana kadar bozulduğu söylenemez. Küçük aksamalar dışında sorunsuz işledi. 1973 petrol krizi ise bir daha tekrarlanamayacak bir arızi durumdu. Rand Corp. isimli etkin think-tank kuruluşunun ABD dış politika/savunma yapıcılarına verdikleri brifing yeni bir petro-politikin oluşmakta olduğunun işaretlerini veriyor. En azından böylesi niyetlerin varlığını açığa çıkarıyor. Brifingde savunulan görüşlerin ABD'nin resmi politikası olmadığı açıklansa da, söz konusu kuruluşun yönetimdeki etkisi ve özellikle Cheney gibi yönetimde önemli isimlerin bu görüşü paylaşıyor olması yönetimin niyetleri hakkında ipucu verebilir. 11 Eylül sonrası gelişmelerle birlikte ele alındığında Suud gibi bir yönetim için bile "şeytan yuvası" gibi ifadelerin kullanılmasının anlamı daha iyi anlaşılır. Pentagon üst düzey yetkililerine verilen brifingde dikkati çeken husus, Suud'a yönelik suçlamalarda günah hanesine giren cürümlerin cinsi. Özellikle Suudiler'in Amerikalıları sevmediği gibi tamamen kültürel, psikolojik bir tutumun Amerika'nın düşmanı sayılmaları için yeterli sebepler arasında görülmesi. Ya da Amerika'nın Suudiler tarafından sevilmemiş olmasının neden şimdi gündeme getirildiğini 11 Eylül stratejisi ile bir arada düşünmek zorundayız. Sadece Suud'da değil, İslam dünyasında, sadece İslam dünyasında değil Batı dünyası dahil dünyanın pek çok bölgesinde Amerika'nın ve Amerikalılar'ın sevilmediği bir gerçek. Sadece küreselleşme karşıtı gösterilere katılanların kimliklerine bakmak bile bu konuda bir fikir verebilir. Bir zamanların "Çirkin Amerikalı" tiplemesiyle klasikleşen Amerika'ya ve Amerikalılar'a bakış tarzının gittikçe yaygınlık kazanıyor olmasının Komünizm ya da Sovyet etkisiyle açıklanamayacağı açık. Global McCarthyizmin terörle mücadele adına geliştirdiği stratejinin sadece askeri boyuttan ibaret olmadığını bu sütunlarda bir çok kez belirttik. İşte Suud'un kötülüğün/şeytan kaynağı olarak gösterilmesini gerektiren günah galerisinden bir madde daha: Dünya genelinde fundamantalist İslam düşüncesinin yayılmasına destek olmak! 11 Eylül sonrası stratejik askeri bir tehlike olduğu kadar hatta ondan uzun daha tehlikeli ve etkin olarak kültürel bir savaş stratejisidir. İslam dünyasının kendi kimliğine sahip çıkmasını, alternatif bir medeniyet ve düşünce sistemi olarak yeniden dirilmesini engelleyecek bir stratejiyi içermektedir bu süreç. Sorun, Suud kaynaklı kültürel ve dini çalışmaların bu muhtevada olup olmaması değil, ABD'nin düşünce ve inanç hürriyetleri karşısındaki tavrıdır. Kendi hayat tarzının ve düşünce sisteminin dışındaki her fikir ve inancı tehdit ve düşman olarak algılayan maddi bir güçle karşı karşıyayız. Ve İslam dünyasını esas tehdit eden, her türlü entelektüel oluşumun önünü kesmeyi hedefleyen bu kültürel stratejidir. Ve buna paralel olarak BuSharon ittifakına dönüşen güç birliğinin küreselleşmesidir. Rand Corp.in raporunda, Suud'un Amerikan ve İsrail karşıtı yorum ve görüşleri yaymış olması Suud'un yok edilmesi için önemli gerekçeler arasında sayılıyor. Bu durum en azından Bush yönetimi içinde ve etkin çevrelerde Sharonizme dönüşen bir yönetim anlayışının İsrail terörünü eleştirme hakkını bile küresel tehdit olarak algılayacak bir paranoya içine girdiğini gösteriyor. BuSharon/izme dönüşen Global McCarthyizm bu mentaliteyle dünyaya biçim vermeye, İslam dünyasını cezalandırmaya devam edecek olursa, İslam dünyasında sağlıksız bir Batı karşıtlığı, hatta tarihinde hiç tanımadığı türden bir Yahudi karşıtlığının ortaya çıkmasını kendi eliyle besleyecektir. Bu da dünyayı tek kültürlü, tek boyutlu bir medeniyete indirgemek isteyen Amerikan medeniyetinin zaferi sayılacaktır. Irak harekatıyla başlayan ve şer üçgeni tanımlamasıyla hangi boyutlara varacağını şimdiden kestirebildiğimiz BuSharonizmin stratejisi yeni yeni kendini gösteriyor. Suud örneği Amerika'ya sadakatte kusur etmemiş yönetimler için önemli bir ders olmalı.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |