T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kürt realitesi resmen kabul edildi ama...

Türkiye Büyük Millet Meclisi, herkesi yanıltan bir kararlılık ve performansla 'Avrupa Birliği Uyum Yasaları' denilen kanunu kabul ederek AB yolunda önemli bir başlangıç yaptı.

1990'lı yıllarda, 'Kürt' lafına dahi tahammül edemeyen bu parlamento, Kürt dilinde eğitime de, Kürtçe radyo-televizyon yayınlarına da izin veren yasayı büyük bir çoğunlukla onaylayarak bir anlamda Kürt realitesini resmen kabul etmiş oldu.

Kürt realitesini de, bu ülkede farklı etnik grupların yaşadığı gerçeğini de...

Keşke bu anlayış ortamı, 1980'li yılların başında oluşsaydı ve Türkiye 15 yıl süren bir kanlı savaşla hem binlerce insanını, hem refaha ve kalkınmaya ayrılacak milyarlarca dolarını, hem de gücünü ve umudunu kaybetmeseydi.

Şimdi şimdi bazı uzmanlar, PKK ile yapılan anlamsız savaşın ülkemize maliyetini ifade etmeye başladılar.

Eski büyükelçi Şükrü Elekdağ geçenlerde bir yazısında, devletin, zaten kendi toprağı olan Cudi Dağı'na bayrak dikebilmek uğruna 100 milyar dolar harcadığını yazıyordu.

Türkiye, kendi vatandaşı olan milyonlarca insanın etnik kökenlerini, kimliklerini ve farklılıklarını kabul etmeme uğruna, yüzmilyarlarca dolarını dağa taşa bomba olarak, kurşun olarak gömdü.

Kendi topraklarının bir bölümünü savaş alanı olarak kabul edip, yasak bölge haline getirdi.

Yine kendi topraklarının üçte birlik bir bölümünde ekonomik ve sosyal hayatı yok ederek milyonlarca insanın kendi ülkelerinde göçmen olmalarına neden oldu.

Bu insanlar ekonomik hayattan koparılarak yoksulluğun ve sefaletin pençesine terkedildi.

Toplumun temel değeri olan orta sınıf, hem bu bölgelerde hem de savaş ekonomisi nedeniyle sık sık patlayan krizlerle bütün ülke çapında çöktü.

Ülke bütünüyle fakirleşti. On, hatta onbeş yıl geriye gitti.

Binlerce köy yıkıldı, yakıldı.

Doğu'da, Güneydoğu'da, Akdeniz'de, Ege'de, Marmara'da bir çok kent yoğun göçlerle köye dönüşmeye yüz tuttu.

Bu kentlerin varoşlarına yerleşen yüzbinlerce, milyonlarca Kürt, ev, iş, okul, sağlık olanaklarından yoksun bir halde yaşamaya mahkum edildi.

Devlet, güvenlik nedeniyle evlerini köylerini yakıp yıktığı bu insanlara ne yer ne yol gösterdi. Ne de bir kuruş yardım etti.

Savaş bitti. Silahlar sustu ama sosyal ve ekonomik savaş devam ediyor.

Ülkenin üçte biri hala yasak bölge.

Olağanüstü Hal Diyarbakır ve Şırnak dışındaki illerde kaldırıldı ama, Olağanüstü Hal yasaları ve kararnameleri hala yürürlükte.

Köylerinden koparılan bu insanların geriye dönmeleri hala yasak.

Güvenlik nedeniyle tarlalarını, bahçelerini ekip biçmelerine hala müsaade edilmiyor.

Savaş, ülkenin hayvancılık potansiyelini de kuruttu. Türkiye, canlı hayvan ihraç eden bir ülkeyken ithal eden bir ülke oldu.

Doğu ve Güneydoğu'da meralar hala yasak bölge. Ya da mayınlarla kaplı olduğu için girilemiyor.

Yüzbine yakın silahlı korucu ciddi bir asayiş sorunu olarak varlıklarını sürdürüyor.

Devletin, suç işleme oranları sürekli artan bu silahlı milisleri terhis etmek için ciddi bir planı yok.

Türkiye, şimdi Meclis'in kabul ettiği yasa ile kendi içinde farklı etnik yapıda insanların yaşadığını, onların ana dilleri olduğunu, bu insanların ana dillerinde yayın ve eğitim yapmalarının en doğal insan haklarından sayıldığını, bu haklara saygı göstermenin bir ülkeyi bölmediğini, tam tersine büyüttüğünü, güçlendirdiğini kabul etmiş oldu.

Kabul etmek zorunda kaldı.

Ama neler pahasına?

Üstelik de yine dış şartların ve dış güçlerin baskı ve dayatmasıyla...

Artık kafaların ve devlet uygulamalarının değişmesi şart.

'Biji Türkiye' demek bir şey ifade etmiyor.

'Biji' diyenlere yönelik her türlü baskının ortadan kalkması gerekiyor.

Bunun için önümüzdeki seçim çok iyi bir gösterge olacak.

Birincisi, halkın gerçek iradesinin sandığa özgürce yansıması mümkün olabilecek mi?

İkincisi, bakalım halkın oy verdiği partiler gerçek iktidar olabilecek mi?

Ülkemiz yasaklar ülkesi. Yasaklar kaldırmakla bitecek gibi değil.

Şimdi uygulamaya bakmak gerekir. Daha geçenlerde Nevroz'u 'NEWROZ' şeklinde yazdı diye bir Kürt vatandaş hakkında daha dava açıldı.

Devleti yöneten odaklar kolay kolay teslim olmayacaklar. İktidarı kolay bırakmayacaklar. Bu kesin.

Bu odaklar, dış baskılara maruz kalınca, "Köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyelim" mantığına uygun davranmaya yatkındır.

AB tam üyelik için bir tarih verse bile üyelik 2007 hatta 2010'dan önce gerçekleşemeyecek. Bu güçler o zamana kadar 'allah kerim' demeye başladılar bile...

İnsanlık ve refah yolunda daha atılacak çok adım var.

Bence mücadele daha yeni başlıyor.


8 Ağustos 2002
Perşembe
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED