|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tarih, Türkiye'ye öyle bir cilve yaptı ki, bu Ramazan Bayramı, bayram sonrasının başdöndürücü 'diplomatik ve politik trafiği' için bir kafa dinleme, tefekküre dalma ve bunlardan güç alma vesilesi dahi olamayacak. Zira, daha bayram bitmeden, Tayyip Erdoğan, AB Dönem Başkanı Danimarka'ya uçacak. Bayram ertesi, iki hafta içindeki ikinci Erdoğan-Rasmussen görüşmesiyle başlayacak ve bu görüşmenin hemen ertesinde Türkiye'nin yeni lideri, dünyanın tek süperdevletinin lideriyle görüşmek üzere Washington'a uçacak. Amerika'nın askeri konularda en iyi haber alan ve en etkili kalemlerinden biri olan Michael R.Gordon, Ankara çıkışlı haberinde önceki günkü New York Times gazetesinde Tayyip Erdoğan'ın Washington gezisini, George W. Bush'un 'Irak'a ilişkin işbirliği için bastırması' olarak niteleyen bir başlık kullanmıştı. Bush, Irak konusundaki Amerikan-Türk işbirliğini Tayyip Erdoğan ile halletme eğiliminde. Michael R.Gordon'un haber yazısında şu paragraf özellikle dikkatimizi çekti: "Amerikan yetkilileri, Saddam Hüseyin'i iktidardan uzaklaştırmak için yapılacak bir askeri harekat için Washington ile fazlaca yakın bir işbirliğine girmekten kaygılanan hükümet içindeki yardımcılarının üstesinden gelmekte ona (Tayyip Erdoğan'a) güveniyorlar." Bu, besbelli ki, Amerikan yetkililerinden edinilen bilgi ve ismi verilmeyen Amerikan yetkilileri, gerçekten Tayyip Erdoğan'la 'iş yapılabileceğine' inanıyorlar. Bu bilgi, Amerika'nın herhangi bir hükümetin kolay kolay altından kalkamayacak yoğunluktaki talepleri karşısında Abdullah Gül hükümetinin bunaldığını da ortaya koymuş oluyor. Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın, Türkiye'nin 'gerektiğinde üslerini Amerikan kuvvetleri için kullandıracağını' açıklamasının ardından patlak veren 'mini-diplomatik skandalı' da izah ediyor. Malum, Genelkurmay İkinci Başkanı'ndan, Yakış'ın kendi bakanlığına uzanan bir 'devlet kurumları yelpazesi' bu sözleri doğrulamamak için özel bir çaba içine girmiş ve en sonunda Başbakanlık, kendisini bu sözlerin 'yanlış anlaşıldığı' yolunda bir açıklama yapmak zorunda hissetmişti. Aslında ortada yanlış anlaşılan bir şey olmaması icap ediyordu. Bunu, Paul Wolfowitz'in Ankara'dan ayrıldıktan sonra yaptığı ve CNN tarafından görüntülü yansıtılan açıklamasından anlayabiliyoruz. Wolfowitz, Ankara'da Ak Parti'nin Türkiye'deki yeni iktidar temsilcileriyle yaptığı temaslardan izlenimlerini şöyle ifade etti: "Karşılaştığımız tavır çok yüreklendiriciydi. Sürpriz sayılmayabilirdi ama çok yüreklendiriciydi ve bu hükümet için en azından Türk-Amerikan ortaklığı ve ittifakı fikrine ilişkin bundan önceki hükümetten de çok daha fazla yükümlülük altına girme niyetinde olduğunu gördük. Bizimle birlikte olacaklarını çok açık ve güçlü ifadelerle beyan ettiler." Bu ne demek? Ak Parti iktidarının, dünyanın tek süperdevletiyle 'özel ve güçlü ilişkiler'i korumaya ve hatta geliştirmeye 'niyetli' bulunduğu demek. Ne var ki, iş, Irak'a yönelik bir askeri harekata ve bu noktada Amerika'nın hükümetten beklediklerine gelip dayanınca, sıkıntılar ve zorluklar başlıyor. Bu sıkıntılar ve zorlukların aşılabilmesi imkansız değil. Türkiye'nin 'ekonomik geleceği'nin ve daha da önemlisi 'uluslararası siyasi rolü' ve 'siyasi istikrarı'nın güvence altına alınması, 'Türkiye demokrasisi'nin güvence altına alınması gerekir. Bu da, AB ile 'entegrasyon' demek. Yani, 'Kopenhag'da Türkiye'nin istediğini alması' demek. Olaylar ve gelişmeler öyle bir süratte yol almaya başladı ki, önceki günkü Gerhard Schröder-Jacques Chirac (yani Alman-Fransız) Zirvesi –ki, AB'nin belkemiğini bu ikili oluşturuyor- bile, bir-iki hafta öncesi düşünüldüğünde Türkiye'ye takınmaları beklenen tavrın ötesine geçtiler ve Kopenhag için 'olumlu sinyaller' çaktılar. Türkiye'nin, Amerika'nın Irak'a yönelik isteklerini yerine getirebilmesi 'AB'li bir ülke' olması Kopenhag'da kesinleştirildiği takdirde daha kolay olabilir. En azından, Türkiye, 'Batılı ve NATO üyesi bir ülke' konumunda, belirli bir 'kimlik'le, Irak'taki Saddam rejimine yönelik 'uluslararası tavır'ın 'bölgesel Müslüman parçası' olarak Amerika ile işbirliğini meşrulaştırabilir. Eğer, Türkiye, Kopenhag'da AB'den istediğini elde edemezse; o takdirde Irak'a yönelik bir Amerikan harekatında kendisinden destek istenecek bir 'Üçüncü Dünya ülkesi' ve 'İsrail'in bölgesel müttefiki' konumunda kalacaktır. Bırakın Ak Parti iktidarını, Türkiye'de hiçbir hükümet böyle bir görüntünün altından kalkamaz. Dolayısıyla, Tayyip Erdoğan'ın Washington'da elindeki koz, Bush'un elindeki koz/kozlar kadar etkilidir. Amerika'nın karşı konulması güç tüm ağırlığı, Türkiye'nin lehine, 'Transatlantik İttifakı'nın öte yanına döndürtülebilir. Yani, Tayyip Erdoğan, Washington'dan Kopenhag'a, Zirve gününe elinde 'AB şifresi'yle dönebilir. Tarihî günlerde, tarihî bir dönemin eşiğindeyiz. İlginç bayram günlerindeyiz. Böylesi bayram günlerinde daha önce bulunmamıştık...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |