|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
BİR ATASÖZÜ
Anadolu'da yaygın bir söz vardır: Servet, şöhret ve makam sivri bir kazığa benzer. Onu ele geçirmek kolay, fakat üzerinde oturmak çok zordur. Bu gözle baktığımız zaman, siyasi tarihimizde, birçok parti, kolayca seçimleri kazanarak iktidar olmuştur. Ancak, bunların iktidarları döneminde muktedir olup olamadıkları halâ tartışma konusudur. Türk siyasi tarihimizde seçimi kazanan partilerin çoğu, kendi vasıflarının üstünlüğünden ziyade, hasımlarının zayıflıklarından dolayı seçim kazanmıştır. Bazı seçim sonuçları o kadar çarpıcıdır ki, bunlar adeta birer sivil ihtilâldirler. Fakat bunların akıbeti hep aynı olmuştur. Bunlar iktidara sahip partiler olmakla beraber muktedir olamamışlardır.
Siyasi partilerin akıbetleri
Bir ülkenin ekonomisi, babadan oğula, dededen toruna geçen firmaların varlığı halinde güçlü sayılır. Aynı kriter siyasi partiler için de geçerlidir. Türk siyasi tarihinde partilerimiz, sadece bir veya iki seçim dönemi iktidarlarını sürdürebilmişlerdir. Gerçi, siyasi partilerimizin çoğu, Türkiye'de yapılan askeri darbeler sonunda kapatılmıştır. Ancak unutmayalım ki, askeri darbelerin sebebi de, iktidar olunduğu halde, muktedir olamamaktan kaynaklanmaktadır. Siyasi partiler neden seçimi kazandıkları halde, muktedir bir iktidar kuramıyor? Bunun sebebi, siyasi partilerin siyaset yapmak için var oldukları halde, siyasete gerekli itibarı kazandıramamış olmasıdır. Tabiatıyla, siyaset itibarını kaybederse, yozlaşırsa bunun üzerinde oturanlar da güçsüz olurlar. Sosyolojide bir kural vardır: Siz bir kimseye saygı göstermezseniz, başkalarının da ona saygı göstermesini bekleyemezsiniz. Bu kuraldan hareketle diyebiliriz ki, politika ve politikacıya saygı göstermedikleri için, gelip geçmiş birçok parti ve onların liderleri, yöneticileri iktidar olmuşlar fakat muktedir olamamışlardır. Oysa onları ayakta tutan, itibarsız kıldıkları kimseler ve kurumlardır.
Küçük bir hatıra
Bu konuda bir hatıramı nakletmek isterim. Anavatan Partisi İstanbul Milletvekilliğim sırasında, Avrupa Konseyi Türk Delegasyonu Başkanı idim. Avrupa Konseyi'ne ait bazı konuları konuşmak üzere kendi partimizden olan Dışişleri Bakanı'ndan randevu istedim. Onbeş gün bu randevuyu alamadım. Mektup yazdım, cevap alamadım. Oysa bir köşe yazarı makalesinde, bu bakanımızla her gece yarısı viskisini yudumlayarak neler konuştuğunu yazıyordu. Bir köşe yazarı, bir bakanla gece yarılarına kadar viski içerek konuşur da bir milletvekili, onbeş dakikalık bir randevu alamazsa, vatandaştan milletvekiline saygı duymasını beklemek mümkün mü? Kısaca demek istiyoruz ki, hükümetler, kendilerini seçen parlamentolara, Başbakan bakanına, bakan milletvekiline kıymet vermez, saygı göstermezse başkalarının da onlara saygı göstermesini isteyemez. Bu gün parlamento, milletvekili ve siyaset kamuoyunda o kadar aşağılanmıştır ki, bu siyasi zemin üzerinde hüküm ferma olmak imkânsızdır.
Geçmişe bir göz atma
Gene geçmişe bir göz atalım: Rahmetli Adnan Menderes'in meşhur bir sözü vardır: "Ben odunu göstersem milletvekili yaparım." Bu beyan Menderes'in şahsına ait bir güç göstergesi olmuş ve fakat oturduğu siyaset zeminini çürütmüştür. Rahmetli Turgut Özal, Anavatan il teşkilâtlarıyla istişare toplantılarında "Ben kafası çalışan değil, parmak kaldıran adaylar istiyorum" demiştir. Bu gibi misâlleri gelmiş geçmiş bütün iktidarlar için verebiliriz.. Onların çoğu, şahsi kudretlerini ispatlamak uğruna parlamentoyu ve parlamenterleri aşağılamışlardır. Bu gün 363 milletvekiliyle iktidara gelen AKP'nin önünde çok güç meseleler vardır: Enflasyon, işsizlik, Avrupa Birliği'yle olan ilişkiler, asayiş ve adaletsizlik.. hatta bir türban konusu. Bizce bunların hiçbirisi aşılamayacak engeller değildir. Fakat bu iktidarın önündeki en büyük engel, Türkiye'de siyasetin, milletvekilinin, politikacının saygınlığını kaybetmiş olmasıdır. AKP yeniden bu saygınlığı sağlayamadığı taktirde iktidara sahip olur ama muktedir olamaz. (Haftaya bu konuya devam edeceğiz C.A.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |