|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Perşembe günü yayınlanan yazımda sözünü ettiğim Dr. Niyazi Kızılyürek'in Kıbrıs'la iligili son kitabının adı, 'Milliyetçiliğin Kıskacında Kıbrıs' önümüzdeki günlerde piyasaya çıkıyor. Kızılyürek kitabında, Adayı ve Ada insanlarını uzun yıllardır rehin alan Enosis ve Taksim tezlerine dayalı Hellen ve Türk milliyetçiliği üzerine çok önemli bilgiler veriyor, bu vesile ile birçok tarihi gerçeği de açıklıyor. Bu tarihi gerçeklerden bizi şu sıralarda en fazla ilgilendireni Denktaş'la ilgili olanlar. Kitabın bu tarafını, AKP liderlerinin Denktaş'ı, Birleşmiş Milletler planını imzalaması için ikna etme seferberliği içinde gördüğüm için özellikle aktarmak istiyorum. Denktaş, Demirel ve Ecevit'in siyasal hayattan çekilmesinden sonra ayakta kalan, eski dönem 'Soğuk Savaş' artığı ve 'Derin Devlet' mensubu politikacı-devlet adamlarının son artıklarından biri... 1940'lı yıllardan beri Kıbrıs meselesinde rol almış ve 60'lardan bu yana da başrollerde oynamış bir aktör. Hala da, Türkiye'nin 1974 müdahalesi ile ele geçirdiği topraklarda, 1983 yılında bir emrivakiyle ilan ettirdiği kendine ait Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Cunhurbaşkanı sıfatını taşıyan milliyetçi bir lider. Uluslararası camia nezdinde ise sadece Kıbrıs Türk Toplumu'nun lideri... Şimdi, Türkiye'nin bile tanımadığı KKTC'nin cumhurbaşkanı olarak değil, ama Kıbrıs Türk Toplumu'nun lideri olarak, çok önemli bir tarihi dönemeçte, Türkiye'nin ve Ada Türklerinin geleceğini belirleyecek bir anlaşmaya onun da imza atması bekleniyor. Türkiye'nin Avrupa Birliği'nden tam üyelik görüşmeleri için kesin bir tarih alabilmesı aşağı yukarı Kıbrıs'ta BM'nin Ada'daki iki toplumun liderine sunduğu çözüm paketini Türk tarafının da kabul etmesiyla çok yakından ilgili. AKP'nin bu plana sıcak baktığı ve AB üyeliği ile Kıbrıs meselesinin çözümünü aynı pakette mütalaa ettiği biliniyor. Burada sorun, 28 yıldır 'Çözümsüzlük en iyi çözümdür' diyerek kılını bile kıpırdatmadan Ada'nın kuzeyini bir biçimde Türkiye'ye ilhak etmeye çalışan Denktaş'ın bilinen tutumunda düğümleniyor. Bu anlamda Denktaş'ın anlaşmaya ilişkin tavrı, Türkiye'nin, Kıbrıs'ın geleceğini çok yakından etkileyeceği gibi, hatta Türkiye'nin AB ve Yunanistan'la ilişkilerinin seyrini de belirleyecek. Denktaş'ı tanıyanlar, onun hayatı boyunca bir hedefe kilitlendiğini ve o hedefe doğru yürüdüğünü iyi biliyorlar. O hedef, Kıbrıs'ın hiç olmazsa bir parçasında, adı ne olursa olsun (Konfedersyon, taksim) Türkiye'nin ya da Türklerin eğemenliğini korumak ve Rum tarafıyla hangi şartlar içinde olursa olsun birarada olmamak. Denktaş'a göre Kıbrıslılık diye bir şey yoktur. Ona göre, "Kıbrıs'ta yaşayan bir tek Kıbrıslı vardır, o da Kıbrıs eşeğidir." Denktaş bu anlamda, etnik Türk milliyetçilerinin yeminli bir neferi olarak Ada'da her türlü çözümü engellemek için kendisine bir misyon biçmiştir ve bu misyonu 40 yıldır da yerine getirmektedir. 1960'da, NATO içi bir uzlaşma sonucu, soğuk savaş şartları gerekçe gösterilerek, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin anlaşması ile Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştu. Bu cumhuriyete aslında hem Rum hem de Türk tarafı karşıydı ve alttan alta Enosis ve Taksim politikaları için çalışmaktaydılar. Denktaş da, Rumların EOKA örgütüne karşılık kurulan 'Türk Mukavemet Teşkilatı' TMT'nin içinde aktif görev alarak bu amaçtaki faaliyetlere katıldı. 1960'lı yıllarda işbaşındaki hükümet, Kıbrıs Cumhuriye'tinin devamından yanaydı ama, 'Derin Devlet' ve onun kurduğu TMT ve Denktaş gibi liderler Taksim'i destekliyor ve cumhuriyetin yıkılmasını istiyordu. Dr. Kızılyürek, kitabının o yıllara ilişkin bölümünde ilginç olaylar aktarıyor. "Büyükelçi Dirvana'nın, dolayısı ile Ankara hükümetinin tutumu ve Kıbrıs Türk liderliğinin siyasi programı arasında gözle görülür farklar vardı. Denktaş'a göre, Kıbrıs Cumhuriyeti zaten yaşamayacaktı. Aslında yaşamamalıydı ve bu yüzden Türkiye adaya müdahale ederek Taksim'i gerçekleştirmenin hazırlığı içinde olmalıydı. (..) Kıbrıs Türk liderliğini rahatsız eden bir diğer durum, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kökleşmesini savunan muhalif aydınlardan kaynaklanıyordu. Bunların başında, Cumhuriyet adlı haftalık gazeteyi çıkaran ve iki toplumun şövenizmden uzak, birlikte ve uyum içinde yaşamasını savunan, Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet geliyordu. (..) Emin Dirvana'nın çabalarına karşın, 1960-62 yılları arasında, bombalı provokasyonlar ve siyasi cinayetler önlenemedi. 1962 yılında, Lofkoşa'da Bayraktar Camii'nin bombalanması ve bunun bir Türk provokasyonu olduğunu ileri süren Ayhan Hikmet ile Muzaffer Gürkan'ın 1962 yılının 23 Nisan gecesi öldürülmeleri, Büyükelçi Dirvana'yı son derece öfkelendirmişti. Büyükelçi, Türkiye'den çağrılacak bir araştırma komisyonunun olaylarda Denktaş ve Dr. Küçük'ün ilgisi olup olmadığını araştırmasını önerdi. Tabii böyle bir araştırma olmadığı gibi, Büyükelçi Dirvana, Kıbrıs'taki görevinden, bu cinayetlerin işlenmesinden beş ay sonra ayrılmak durumunda kaldı. 'Derin Devlet' Denktaş'ı tercih ederek elçisini harcamıştı... Denktaş'ın da adının karıştığı siyasi cinayetlerin faili meçhul kalmıştı..." Dr. Niyazi Kızılyürek'in kitabından özellikle bu alıntıyı yapmamın bir nedeni var. Denktaş, siyasi hayatının son demlerinde ve şimdi hayatının rolünü oynuyor. Bu rol, hem Ada'nın hem de Türkiye'nin geleceği ile yakından ilgili. Aynı zamanda da AKP'nın yakın geleceği ile de... Bugünü anlamak için geçmişe iyi bakmak gerekir. AKP yöneticileri, Kıbrıs sorununu anlamak ve Denktaş'ın kim olduğunu iyi irdeleyebilmek için, eğer çok geç değilse, Kızılyürek'in kitabını mutlaka okumalıdırlar...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |