T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tayyip Erdoğan yasaklanırsa...

Bütün ekonomik göstergeleri sosyal patlama sinyali veren bir ülkede; seçimlere iki ay kala siyasetçiler hâlâ yasak baskısı altındaysa, oradaki düzelme ve ayağa kalkma umudunun gerçekçi olduğuna kim inanır? Madem tarihi bir eşikteyiz, madem ülke bütün kurumlarıyla dibe vurmuş durumda ve madem cendereden çıkmak için 3 Kasım'dan daha rasyonel "demokratik" bir fırsat görünmemektedir, o halde herkesin siyasi yasakları dert etmesi ve özgür bir yarış için samimi girişimlerde bulunması gerekir. Fakirlik, hayat pahalılığı, işsizlik, hukuksuzluk ve dış politika yenilgileri vs. gerçekten sorun ise, insanlar bunları aşmak için sadece oy vermek değil, oy seçeneklerinin özgür bırakılması için de gayret sarfetmek zorundadır.

Bu durumda yasakçılara ve yasak eğilimine karşı, "ülkenin bir kez daha ekonomik ve sosyal krize düşmesinin faturasını kim ödeyecek?" sorusu mutlaka sorulmalıdır. Çünkü, faturanın adresi gider siyasetin bir kısmını serbest bırakıp, bir kısmına yasak getirmeye kalkışanlara çıkar. Yasaklardan kurtulmak da bu soruyu sormakla başlar.

Siyaset ya da siyaset dışı yollarla ülkeyi sahiplenmeye kalkan bütün sivil ya da resmi unsurların aynı sorumluluk duygusuyla hareket edip, 3 Kasım'ı yasaklardan arınmış bir seçim haline getirmeleri şarttır. Bütün liderler seçime girebilmeli, hakkındaki kapatma davasının önümüzdeki günlerde sonuçlanacağı anlaşılan HADEP dahil, bütün partiler üzerlerinde baskı olmaksızın seçmenin önüne kendi kimlikleriyle çıkabilmelidirler.

Seçim için özgürlük her zaman gerekliydi ama yasaksızlık ihtiyacı bu kez, daha acil ve daha ertelenemez şekilde Türkiye'nin gündemine oturmuştur. Türkiye'nin borçlarını döndürmeye, ekonomisi diriltmeye, bütün bölgeler ve fikirlerle bir arada barış içinde yaşamaya; bunları başarabilmek için de bütün insan ve politik liderlik kapasitesini maksimum düzeyde siyasete taşımaya ihtiyacı vardır.

Bir dönem daha, siyasetin dar alanda tahakkukuna ya da müzminleşen "politik güven eksikliği" ile ekonomisini küçültme lüksüne sahip değildir. Zira para da bitti, deniz de...

Bu yüzdendir ki, apaçık haklı olduğu hukuki pozisyonu yok sayıp Erdoğan'ın siyasi haklarının bir bölümü üzerinde şüphe yaratmak ya da aynı şekilde Erbakan'ı seçim dışı tutmak sadece ikisinin siyasi kariyeriyle değil, doğrudan doğruya ülkenin geleceğiyle ilgilidir. 3 Kasım bütün kin ve blokajlardan arındırılmalıdır. Türkiye bir kez olsun eteğindeki bütün taşları ortaya dökebilmeli, halk da yoksulluk çekecekse yoksulluk, zenginleşecekse zenginlik için kendi göbeğini kesebilmelidir. Sınırları belli seçeneklerden birini seçmek zorunda kalmak yerine, demokrasinin sunduğu kendi seçeneğini kendisi oluşturma fırsatı kullanılabilmelidir.

Üstünkörü bir bakış bile bu saatten sonra, yasağı bırakın uygulamayı telaffuz dahi etmenin anlamı ve yararı olmadığını gösterecektir. AK Parti'nin ulaştığı kamuoyu desteği Erdoğan'ı yasaklamaktan pozitif bir sonuç elde edilebilmesini imkanız kılacak kadar gelişmiştir. Hal böyleyken Erdoğan'ın üzerindeki en küçük bir baskı, bu seçimlerin meşruiyetine gölge düşürecektir. Öte yanda Erbakan, Türkiye'nin gerçeklerine ilişkin gözardı edilemez analizler ortaya koyuyor. Bu görüşlerin de siyasette kendini ifade etme imkanı bulması lazımdır. Ayrıca şunu da görmek lazım ki, yasakları gündemde tutmak sadece içerde kayıplar doğurmakla kalmayacak, Türkiye'nin Avrupa Birliği için büyük güçlüklerle kurduğu yapıyı da yerle bir edecektir. Kasım'a yasak ve sınırlamalarla giren bir ülke, Aralık'ta Avrupa'nın bir parçası olmayı talep edemez. Ya da bu ülkenin, Meclis'ten uyum yasalarını çıkarma iradesinin samimiyetine inanılamaz.

Siyaset üzerindeki her baskı, her sınırlama ve her yasak artık cürmünü kat be kat aşan bir marjinal maliyet doğurmaya başlamıştır. Hiçbir şey Ankara'nın kara duvarları arasında sıkışıp kalmıyor hatta, Türkiye'nin sınırları içinde de kaybolup gitmiyor. Çünkü Türkiye, hem ekonomik ve politik vizyonunun vadettiği gelecek için hem de yine bu alanlarda yaşadığı büyük çöküntü nedeniyle dünyanın bir parçasıdır. Bugün kötü yönetiminin bir sonucu olarak o dünyanın siyasal eksenine mahkum ve borçludur. Yarın ise, bu mahkumiyeti kırabilmek için o dünyanın demokrasi standartlarını yakalamak zorundadır.

Türkiye'yi rahatlatmanın yolu sandığı rahat bırakmaktan geçiyor. Bir kez yasaksız ve özgür bir seçim yapmayı başaralım, aslında bunda hiç de kaygılanacak bir şey olmadığını göreceğiz...


3 Eylül 2002
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED