T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Benim 'en yetkilim' senin 'en yetkilini' yener

Anayasa Mahkemesi'nin Hasan Celal Güzel'in siyasi yasağıyla ilgili kararının gerekçesi medyamızın durumunu bir kez daha gözler önüne serdi. TCK 312'den mahkum olduğu için Yeniden Doğuş Partisi ile ilişkisi kesilmişti Güzel'in, 'cezaların ertelenmesi yasası' çıkınca partiye yeniden kayıt yaptırmıştı. Anayasa Mahkemesi, özetle, "Hiçbir mahzur yok; çünkü, çıkan yasayla cezası bütün sonuçlarıyla ortadan kalkmıştır" görüşünde. Güzel bir partiden aday olabilir, milletvekili seçilebilir...

Tayyip Erdoğan'ın durumu da Hasan Celal Güzel'den farksız. O da 312'den mahkum oldu. 'Erteleme yasası' ile o da bir partiye üye olabilir, milletvekili seçilebilir hale geldi. Erdoğan'ın olamayacağı tek şey, yine Anayasa Mahkemesi kararına göre, 'bir partiye kurucu başkanlık'... Yoksa, özellikle 'emsal' teşkil ettiği için aynı durumdaki herkese uygulanabilecek 'Güzel kararı' sonrasında, milletvekili olması mümkün...

Nitekim, kararın Resmi Gazete'de yayımı sonrasında, gazetelerin çoğu, hukukçuların da görüşlerine başvurarak, bu gerçeği sütunlarına yansıttılar. Tek istisna, pabuç gibi harflerle manşetine "Aday olamazlar" hükmünü çekmiş olan Milliyet'ti. "Yüksek yargının en yetkili ismi" sıfatıyla tanıtılan bir kişinin bu 'fetva'sını okurlarıyla paylaştı Milliyet...

"Yüksek yargının en yetkili ismi" kim olabilir? Bu soruyu sormakta hakkım olduğunu düşünüyorum. Çünkü, ben de, dün burada yazdığım gibi, bu sıfatın kendisine çok yakıştığını düşündüğüm bir kişiyle görüşmüş, ondan, "Bu karardan sonra Tayip Erdoğan aday olabilir" cevabını almıştım. Muhatabım yetki ve sorumluluğunun idrakinde olduğu için de, bana, "Doğal olarak, bu konuda son kararı Tufan Bey'in başında bulunduğu Yüksek Seçim Kurulu verecektir" demeyi de ihmal etmemişti...

Bu yüzden, Milliyet'te, "Yüksek yargının en yetkili ismi" denilen kişinin farklı bir mütalaasıyla karşılaşınca ne kadar şaşırdığımı tahmin edebilirsiniz... Milliyet'in danıştığı kişinin benim görüştüğümden farklı olduğu manşete taşınan görüşünden belli de, söyledikleri fazla 'hukuki' görünmediği için, ona atfedilen sıfattan biraz rahatsızım...

Kaynağın isminin açıklanmamasını, eğer görüş haber sütunlarında değerlendirilmeyecekse, anlayışla karşılarım. Özel bir sohbette ayak üzeri söylenmiş bir görüştür; görüş sahibi ağzından çıkan basit sözlerin hukuki bir mütalaa gibi kullanılmasını istemez... Ya da, benim sıfat kullanma gerekçemde olduğu gibi, makamı o konuda görüş açıklamaya müsait değildir.

Amerikan medyası, 'atıfsız haber' başlığı altına giren bu tür haberler konusunda duyarlıdır. Son zamanlardaki eğilim, birkaç istisna dışında, gazetelerin haber sütunlarında 'atıfsız haber' yayınlanamayacağı ilkesidir. İtibarlı bir derginin çok okunan bir yazarı, geçen yıl, tamamen hayali bir kaynağa dayanan yazılar yazdığı tespit edildiği için, kapının önüne konulmuştu. New York Times sözgelimi, muhabirlerinden, yazdığı haberin kaynağını ismi ve cismiyle metne taşımasını bekler. Bizde, 'medya ilkeleri' bu konuda sessiz; oysa, 'yalan haber' yolunu kapatmak için kaynak esnekliği tanımamak gerekir...

"Milliyet'teki haber uydurma" demek istemiyorum. O tür bir görüş, Yargıtay Cumhuriyet başsavcısına ait olabilir pekâlâ. Görevlerini 'en dar özgürlük' ve 'en sınırlı yorum' biçiminde tanımlayan savcı çok bizde. Başsavcı Sabih Kanadoğlu 'zararlı parti' mücadelesi yürütüyor...

Size son bir örnek: Hasan Celal Güzel'in bir zamanlar genel başkanlığını yaptığı Yeniden Doğuş Partisi Cem Uzan'ın Genç Partisi'ne katıldı. Kongre yapıldı, katılma kararı oradan da geçirildi. Böylece, hukuki açıdan, Genç Parti'nin 3 Kasım seçimine katılması mümkün hale geldi.

İşte bu noktada devreye giren Sabih Kanadoğlu, "Seçime girme hakkı bulunmayan bir parti hak sahibi bir başka partiyle birleşir ve birleşmede hak sahibi olmayan partinin adı kullanılırsa, o parti seçimlere katılamaz" görüşünü iletti. Kanadoğlu'nun hukuki dayanağı bulunmayan bu görüşü, kendisini mevzuatla bağımlı hisseden Yüksek Seçim Kurulu tarafından nazar-ı itibara alınmadı...

Tabii, bu örnek olaydan sonra, "Milliyet'in Tayyip Erdoğan'la ilgili manşetinin kaynağı Yargıtay Cumhuriyet başsavcısı olamaz" diye düşünmeye başlamışsınızdır. Böyle düşünmekte yerden göğe haklısınız. Milliyet, kaynağının, "Yüksek yargının en yetkili ismi" olduğu iddiasında. Oysa, Genç Parti ile ilgili gelişmede yaşandığı gibi, YSK, seçimle ilgili kararlarda, Yargıtay Cumhuriyet başsavcısını dinlemek zorunda değil. 'En yetkili' sıfatı başsavcının üzerine tam oturmuyor...

Aslında, bizim sistemimizde, yargı alanında tek bir 'en yetkili' yok. Her kurum ve kurul yasaların kendisine verdiği yetkileri kullanıyor. Hepsinin üzerinde adalet bakanı bulunuyor ve belki ona 'en yetkili' denebilir; ama seçim dönemi bakanı Prof. Aysel Çelikel, göreve geldiği bir hafta içinde konuya vâkıf olma fırsatı bulamamıştır. Koltuğunu yakında boşaltan Prof. Hikmet Sami Türk ise, 'erteleme yasası' çıktığı günden beri, bıkıp usanmadan "Tayyip Erdoğan milletvekili olabilir" deyip durdu...

Peki, kimin 'en yetkilisi' daha güçlü? Benimki mi, Milliyet'inki mi? En iyisi, kararı, bu konuda son sözü söyleme yetkisine sahip Yüksek Seçim Kurulu'na bırakmak...


3 Eylül 2002
Salı
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED