|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bir hafta önce George W. Bush imzası ve Amerikan Başkanlık mührü ile yayınlanan 'Amerika Birleşik Devletleri'nin Ulusal Güvenlik Stratejisi' adlı 'resmi Amerikan belgesi' ile dünyanın ve en başta Türkiye'nin de bir parçası olduğu Ortadoğu'nun geleceği büyük bir 'belirsizlik' içine sürüklenmiş sayılabilir. Bu 'belirsizlik', Türkiye'de ekonomi üzerine çöken ve 'seçimi erteletme lobisi' yüzünden hala ortadan kalkmayan 'siyasi belirsizlik' karabasanıyla birleşerek, bir 'çarpan katsayısı' oluşturuyor. Soğuk Savaş sonrası dünyaya damga vurmak ve dünyayı (ve uluslararası sistemi) yeniden düzenlemek amacındaki yeni Amerikan stratejisinin 'uygulama'ya Irak üzerinden sokulması tasarlanıyor. Amerika'nın Saddam rejimini devirme kararlılığı ve kararı ortada. Peki, sonra? İki ay önce yeni Amerikan stratejisinin 'teorisyeni' addedilen Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'le İstanbul'da görüşürken, Irak'a ilişkin 'Amerikan pozisyonu' hakkında ne düşündüğümü sormuştu. Saddam sonrasına ilişkin Amerikan tasarımının ne olduğunu göremediğimi, bunun belli olmadığını, 'Irak'ta demokrasinin yerleştirilmesi' kavramının benim için fazla bir cazibe taşımadığını, böyle bir durumda Irak nüfusunun yüzde 60'ını oluşturan Şiilerin ülkeye egemen olmalarının ve dolayısıyla Irak'ın 'İran nüfuzu' altına düşmesinin doğal olacağını, bunu Washington'un hesaplamadığına inanamayacağımı, Irak'ın Afganistan'dan farklı olduğunu, Amerika'nın bir 'Iraklı Hamid Karzai' bulamayacağını, Ahmet Çelebi'nin o olmadığını, ayrıca Kuzey'deki Iraklı Kürt gruplar ile Afganistan'daki Kuzey İttifak'ı paralelliğinin çizilmesinin gerçekçi olmayacağını söylemiştim. Yani, Amerika'nın Irak'a ilişkin tavrına 'olumlu bakmadığımı' ima etmiştim ve bütün bunları İngilizce terimle, 'exit strategy' görmüyorum diye dile getirmiştim. Son bir ay içinde, çeşitli televizyon programlarında yine bir İngilizce deyimle Amerikalıların bir 'endgame'inin, bir Saddam sonrası tasarımının belli olmadığını vurguladım. Bu iki terimi son günlerde sık sık duyuyorum. Bush politikasına itiraz eden Amerikalılar -gerek politikacılar, gerek kanaat önderleri- itirazlarını bu iki terimle vurguluyorlar. Senato Dış İlişkiler Komitesi'nin başkanı Joseph Biden, televizyonda canlı yayınlanan oturumda Dışişleri Bakanı Colin Powell'a 'endgame'in ne olduğunu sordu ve tatminkar cevaplar alamadı. Bölgede büyük deneyimi ve sorumlulukları bulunan ve Irak'taki karmaşık geleceğin tahripkar sonuçlarından birinci derecede etkilenmesi kaçınılmaz olan Türkiye'nin Irak'a yönelecek bir Amerikan askeri harekatını arzulamaması hatta buna karşı çıkması, meşru, haklı ve doğru gerekçelere dayanıyor. Lübnan'da İngilizce yayınlanan The Daily Star gazetesinde Ed Blanche imzasıyla yer alan ve Saddam sonrası Irak'a ilişkin kaygıları irdeleyen yazıdaki şu satırları birlikte izleyelim: "Irak'a yönelik saldırıyı onaylamakta isteksiz davranan ve bunun bölgesel sonuçlarından korkan ABD müttefikleri de Bush'un planlarına ilişkin bazı temel sorulara cevap talep ediyorlar: Savaştan sonra Irak'ın toprak bütünlüğünü kim garanti edecektir? (ABD) Yönetim, ülkeyi Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ortadoğu'yu parçalayan o gün bugündür birbirlerinin boğazına sarılan bir etnik gruplardan oluşan ve bir Kürt kuzeyi, bir Sünni merkezi ve bir Şii güneyi halinde bölünmüş halde yapay bir ülkenin oluşmasından sorumlu İngiliz-Fransız diplomasisinin mirasından ülkeyi nasıl koruyabileceğini ummaktadır? Saddam'ınkinin yerini nasıl bir rejim alacaktır? ABD, o rejimi İran, Suriye ve Türkiye'den korumak için Irak'ı on yıl ve daha fazla süreyle işgal altında tutmaya hazır mıdır? Bu soruların hiçbiri henüz cevaplanmadı. Reagan yönetiminde savunma bakan yardımcısı olan James Webb şöyle diyor: 'Irak'ın işgali konusunun pek tartışıldığı görülmüyor, oysa mevcut tartışmanın anahtarı burada. Amerikalıların önünde duran soru, basit bir şekilde, Amerika'nın Saddam Hüseyin rejimini sona erdirmesi gerektiğine ilişkin değildir; önümüzdeki 30-50 yıllık dönemde Ortadoğu'da fiziki olarak bir toprağı işgal etmeye ulus olarak hazır olup olmadığımızdır.' Saddam sonrası dönemin neler getirebileceğine ilişkin pek az sayıdaki değerlendirmeden biri, Irak'ın Saddam'ın iktidara gelmesinden önce dahi kronik olarak sarsıntılı ve şiddete yönelik bir yer olduğunun altını çizen Washington Institute tarafından yapıldı. Irak, ta 1936'da askeri darbe yaşayan ilk Ortadoğu ülkesiydi ve monarşinin devrildiği 1958'den sonra Saddam vahşi iktidarını yerleştirene kadar askeri darbeler Irak'ın sürekli bir olgusu oldu. Değerlendirmeye göre, 1919 ile 1958 arasında sekiz Kürt ayaklanması, dokuz Şii isyanı ve üç kitle katliamı gerçekleşti ve bu durum 1991'e dek sürdü." Türkiye'nin bu bilgiler ışığında, Irak'ta ve Ortadoğu'da belirsizliğin, kendi güvenliği ve ekonomik esenliği açısından, ne demek olduğunu sezerek, 'askeri harekat'a isteksiz olması doğrudur ama yeterli değildir. Bölgeyi 400 yıl yönetmiş bir İmparatorluk mirasçısı olarak, bir 'politika'ya sahip olması gerekir. Önünde çeşitli 'seçenekler' var. Başlıcaları şunlar: 1. Vakit geçirmeden, İran ve Suriye ile birlikte bir 'danışma mekanizması' kurup, işletmeye başlamasında yarar var. Ancak, 'anti-Amerikan' bir 'bölge mihveri'ne sürüklenme ve ayrıca 'Ortadoğululaşma'ya kaymayı önlemek için; AB yolunu 'tıkayan' bütün engelleri büyük bir süratle ortadan kaldırmaya ve dolayısıyla AB'ye entegre olmaya yönelmelidir. Türkiye, AB'nin bir 'uzvu' olarak bir 'bölge gücü' işlevi görmesi halinde ve bölgesel aktörlerle 'eşgüdüm' içinde politika üreterek, 'Amerikan askeri harekatı'nı 'caydırıcı' bir rol oynayabilir. Veya; 2. Amerikan askeri harekatı ve Washington'un Saddam rejimini devirerek bölgeye 'fiziki olarak' yerleşmesi, 'kaçınılmaz' görünüyorsa ve dünyada hiç kimse ve bu arada Türkiye, bunu engelleyebilecek güçte olamayacağına göre, Amerikan stratejisi ve planlamasının 'izleyicisi' olmaktan çıkılıp, -AB ufku korunarak- bunun içine aktif biçimde 'dahil olunması' tasarlanmalıdır. Böyle bir durumda, sadece 'Türkmen kartı' yetmez; Türkiye, 'Irak Kürt kartı'nı da kendi elinde tutabilecek politikalara yönelmek ve bu yönde bir 'kavramsal sıçrama' yapmak zorundadır. Bu konulara önümüzdeki dönemde ayrıntılarına girerek sık sık değineceğiz. Ne var ki, bütün bunların yapılabilmesi için Türkiye'de ciddi bir yönetim gerekiyor. Hükümet adına layık bir hükümet, TBMM adına layık bir TBMM gerekiyor. Ortada ikisi de yok. Bu yüzden de, Türkiye'ye tüm eksikleri ve zaaflarına rağmen 'halkoyu ile yetki alınması'nın sağlanacağı bir 'seçim' gerekiyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |