|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Askeri kesim "AB üyeliği Türkiye için jeopolitik bir zorunluluktur" diyor. Ama AB'nin niyetlerinden çok emin değil. O yüzden de yoğurdun üfleyerek yenmesi için sürekli sorular soruyor. AB'nin Kıbrıs'ta niyeti ne? AB'nin Kürt meselesindeki nihai amacı ne? AB'nin Türkiye'nin üyeliği ile ilgili nihai hesabı ne? Belki de daha derinde Avrupa'nın Türkiye ile hesaplaşmayı bitirmediği ve AB üyeliği pazarlıklarını bu hesabı tamamlamak için kullandığı gibi bir kaygı var. Bu alanlarda askeri kesimin kaygıları kimi zaman açıkça, kimi zaman örtülü değerlendirmelerle gündeme geldi. Ancak şöyle bir değerlendirmeyi gündeme getirmedi henüz askeri kesim: -Türkiye'de gayrı müslim azınlıklar konusu Lozan'ın en tartışmalı konularındandı ve Batılı ülkeler gayrı müslim azınlıkların hakları ile ilgili büyük ağırlık koydular. Türkiye'nin "Biz laik bir sistem kuracağız. Bu sistem içinde her din ve mezhebin mensubu kendini rahatça ifade imkanı bulacak. Onun için gayrı Müslim azınlıklarla ilgili özel güvencelere ihtiyaç yok" şeklindeki yaklaşımlarını ikna edici bulmadılar ve azınlıklar için bilinen güvencelerin Anlaşma bünyesine girmesini temin ettiler. O yüzden Türkiye'deki gayrı müslim azınlıkların hakları uluslararası güvence altındadır. Lozan'dan bu yana da bu azınlıklara yönelik özgürlük problemleri derhal baskıları davet eder. -Lozan'da "Kürt meselesi" de yoğun tartışma konusu oldu. Batılı temsilciler, Kürtleri de azınlık statüsüne sokmak istedi. Ancak Türk temsilci heyeti Türklerin ve Kürtlerin "İslam aidiyeti" ile Türkiye'nin ortak kurucu insan unsurunu teşkil ettiğini, Kürtleri azınlık statüsüne sokmanın makul olmadığını savundu ve Lozan Anlaşması bu tez istikametinde şekil aldı. Ancak Batı dünyası, Kürt meselesinin zaman içinde "azınlık statüsü"ne sokulması yönündeki politikalardan vaz geçmedi ve her fırsatta, bu zemini oluşturmaya çalıştı. -Lozan'da bir şey daha oldu. Azınlıklar konusu tartışılır, Türk heyeti "Biz laik sistem içinde her din ve mezhebin özgürlük alanını koruyacağız" güvenceleri verirken, Batılı temsilciler, biraz da alaylı bir dille, "Böyle bir sistem keşfedildi mi, hem müslümanların hem de Hristiyanların dini özgürlüklerini aynı anda koruyabilecek bir sistem nasıl olacak?" diye sordular. Amaçları gayrı Müslim azınlıkların dini özgürlük alanlarını korumaktı. Lozan'da böyle bir soru "Müslümanlar" adına sorulmadı çünkü tabii olarak Türk temsilci heyetinin, Müslüman nüfusun özgürlük alanını öncelikle gözeteceği kabul edildi. -Sonra Türkiye'de laik sistem sistem teşekkül ettirildi ve 1923'ten beri uygulanıyor. -Bu süre içinde "Gayrı Müslim Azınlıklar" konusunun zaman zaman dozajı yükselen ölçülerde sancılı bir hal aldığı söylenebilir. Gene bu süre içinde "Kürt Meselesi"nin Türkiye'nin sancılı bir alanı haline geldiği bir vakıadır. Bu süre içinde bir vakıayı daha tesbit etmek gerekirse o da, ülkenin müslüman nüfusunun, laik statü içinde dini özgürlükler açısından çok rahat olmadığıdır. Laikliğin ilk uygulandığı zamandan bu yana sancılı bir nitelik arzetmesi bu yüzdendir. Hatta zaman zaman Müslüman nüfus adına "Hiç olmazsa azınlıklar kadar haklara sahip olalım" gibi dramatik açıklamalar yapılmıştır. Bir yerde Müslüman nüfus, Lozan'da Batılı temsilcilerin "Hem Müslümanları; hem Hristiyanları tatmin edecek bir sistem yapılanması nasıl olacak?" sorusunu Hristiyanlarran önce kendi konumları açısından sormak durumunda olmuşlardır. Bugün de, Türkiye'de ana tartışma konularından birisi İslam ve ülkenin ana insan unsuru yani Müslümanlar adına seslendirilen "inanç özgürlüğü" problemidir. İnanç özgürlüğü probleminin varlığına katılıp katılmamak ayrı bir meseledir, ama böyle bir sancılı alanın varlığı herhalde tartışma götürmeyecek kadar açıktır. Şimdi böyle bir durumda Batı'nın, daha özelde AB'nin tarvına bakalım: Ne yapıyor Batı dünyası? 1. Vurgulu bir biçimde Lozan'daki azınlık statüsünün korunması ve belki daha yeni alanlar açılması yolunda girişimlerini aralıksız devam ettiriyor. 2. Kürt meselesinde de Lozan'daki "azınlık statüsü kazandırma" hassasiyetini sürdürüyor. 3. "İslam nüfusu" ile ilgili herhangi bir hassasiyet göstermiyor. Sergilenen hassasiyetin, "Gayrı Müslim Azınlıklar" için bir varlığı koruma, "Kürtler" için de bir "azınlık oluşturma" yönünde seyrettiği açık. Müslüman nüfus için ise en kestirme değerlendirme "duyarsızlık" olabilir. Burada en kestirme soru da şu olmalı: Neden böyle? Bu değerlendirme ve bu soru, sanırım, AB ile ilgili kaygıların odaklaştığı alanı göstermektedir. "AB, özgürlükler konusunda çifte stanrdartlıdır" yargısına götürecek bir görüntüdür bu. Ve eğer bu yargı doğru ise, çifte standardın niteliğini tesbit önemlidir. Orada da "İslam" bir ayıraç olmaktadır. Eğer bu gerçekse, burada da "Neden?" sorusu AB'nin tavrını çözümlemek için anahtar niteliği kazanacaktır. Bu soruyu, İslam duyarlıklı kesimlerin kendilerine sık sık sorduğunu zannediyorum. Ve o camiada, "AB'ye girince özgürlük alanları genişleyecek, inanç özgürlüğü problemleri de ortadan kalkacak" şeklindeki ümitvar değerlendirmelerin, hep bir "çifte standart" kaygısı ile gölgelendiği kanaatindeyim. Bu kesimin, AB'nin bu tavrını "Hristiyani bağlar" ve "süregelen örtülü sömürgeci zihniyet" ile izah edip bir ölçüde anlaşılır bulduğunu da sanıyorum. Acaba "Batı dünyası neden gayrı Müslim azınlıkların haklarını savunur, özel bir Kürt hassasiyeti sergilerken, İslam alanındaki özgürlükler açısından çok daha reel nitelik arzeden sancılar konusunda bir tavrı olmaz?" sorusu, askeri kesimin gündemine herhangi bir şekilde girmiş midir? Ben girmesinin doğru olacağını düşünüyorum. Ya da böyle bir sorunun, hem AB ile ilişkiler açısından çok öğretici, hem de Türkiye'deki sancılı yapının değerlendirilmesi ve giderilmesi açısından faydalı olacağını düşünüyorum. "Türkiye'nin öncelikle evinin içini düzeltmesi" dendiğinde belki ilk akla gelecek şey, sistem-toplum ilişkilerinde, özellikle İslam alanında ortaya çıkan problemlerin, hem de geniş toplum kesimlerini tatmin edecek biçimde iyileştirmeler yapılmasıdır. Batı dünyası, kendi önceliklerini her yolla empoze ediyor. Bunu Lozan'dan beri yapıyor. Oysa Lozan'da seslendirilmeyen kaygı, bugün de Türkiye için en öncelikli sancı olmaya devam ediyor. Belki buradan şöyle bir soru da çıkacaktır: AB için gündem oluşturmayan şey, bizim için de gündem oluşturmazsa, AB'ning ündemden düşürdüğü şey, bizim için de gündemden düşmüş olursa, doğru davranmış olur muyuz? Burada bir de AB'ye soru yöneltebiliriz: -Neden sizin için türkiye'de İslam alanında yaşanan özgürlük sancıları ötekiler kadar önemli değildir? Belki AB'nin bu soruya vereceği cevap, Lozan'daki azınlık tartışmalarını yeterince takip edemeyen bizim insanlarımız için de öğretici sonuçlar çıkaracaktır. Ve belki o zaman onların da "aidiyet" duyguları taa derinlerden bir yerden "Ben buradayım" diyecektir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |