|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Sevdalar ülkesinden içli bir ses
"Herşeyin hızla tüketildiği ve kirletildiği bir süreçte hayatı yeniden üretmek gerektiğini düşünüyorum. Dostluğu, barışı, kardeşliği, aşkı ve ille de sevgiyi.." diyor Onur Akın son albümü "Seni Aşka Yazmalı"da. Sanatçı, Eylül Müzik'ten çıkan 8. albümünde, bir kez daha yüreğinin insan sevgisiyle dolmuş kıpırtılarını dinleyenleriyle paylaşıyor. Mütevazi duruşu, sevgiye adanmış müziğiyle insanların hasretini çektiği bir sanatçı ruhuna sahip olan Onur Akın, albümde yer alan 13 eseriyle, martıların dermansız aşklara tanıklık ettiği, ıslak bulutların gözlerde nem bıraktığı sevdalar ülkesine götürüyor dinleyenlerini. Akın'ın Anadolu kültürüyle renklenmiş müzikal sofrasına konuk olduk ve onunla "ozan" Akın'ın öyküsünü konuştuk.
Size bu soru daha önce defalarca sorulmuştur ama ben yine de müziğe nasıl başladığınızı öğrenerek başlamak istiyorum söyleşiye. Müziğe ve güzel sanatlara ait yeteneklerin çoğu Allah vergisidir. Yeteneklerin geliştirilmesi, açığa çıkarılması ilişkilerin doğru ortamda yaşamasına bağlıdır. Ben küçüklükten beri müziğe karşı duyarlı bir çocuktum ama en büyük şansım bütün kromozomları müzik olan bir ailede yetişmemdi. Babam bağlama ve mandolin çalan, Köy Enstitüsü çıkışlı bir öğretmendi. Herbiri bir şeyler çalıp söyleyen altı erkek çocuktan oluşan bol türkülü, bol şarkılı bir ailenin en küçük çocuğuydum. İlerde hepsinin bütün birikimleri damlaya damlaya birikip bende açığa çıkacaktı sanki.. "Öğretmen çocukları genellikle müziğe eğilimli olur" gibi yaygın bir kanı var. Evet, öğretmen çocuklarının müziğe karşı ilgisi oluyor. Babamın öğretmen arkadaşları da müzikle ilgilenen insanlardı. Ailecek akşamları toplanır beraber türkü söylerdik. Müziğe mandolinle başladım, mandolini çok kısa sürede çözdüm ve bu enstrümanın beni yeterince tatmin etmediğini görüp ağebeyimin bağlamasını çalmaya başladım. Bağlamayla ilkokulda başlayan arkadaşlığım o gün bugündür devam ediyor. Bu arada başka enstrüman çaldığınız olmadı mı hiç? Başka enstrümanlarla uğraştığım oldu tabii ama bağlamadaki tadı hiçbirinde bulamadım. Neden bağlamaya bu kadar tutkuyla bağlandınız? Ailemin Doğu kökenli ve halk müziğine eğilimli olması, halk müziğinin en rahat yorumlandığı enstrümanın bağlama olması, beni bağlamaya yakınlaştırdı. TRT'nin Yurttan Sesler Korosu'nu hiç kaçırmaz, hergün dinlediğim beş türküyü o gün akşama kadar bağlamamla çalar, ertesi gün tekrar beş parça not ederdim. Yetenekli ve hırslı bir çocuktum. Ailemde yaşamını sadece müzikten kazanan tek kişi benim. Benim bir büyüğüm olan Uğur ağabeyimle bağlama yüzünden aramızda çatışma yaşanıyordu. Ben ondan sonra bağlama çalmaya başlamama rağmen onu çok kısa bir sürede sollamıştım. Gazetecilik okudunuz ama gazetecilik yapmadınız... Ben gazeteciliği önemsediğim için gazetecilik yapmadım, çünkü part-time müzik yapılmaz. Gazetecilik bir yaşam biçimidir, çok emek vermeniz gerekir. Bu nedenle müziği seçmekte hiç zorlanmadım. Müzikte karar kıldım çünkü müziğe harcadığım emek çok daha fazlaydı. İlk önce üniversite çevresinden sonra da farklı çevrelerden teklifler geldi. Grup Baran'la beş sene grup müziği yaptım. Genellikle şiirleri besteliyorsunuz. Besteleyeceğiniz şiirleri nasıl seçiyorsunuz? Şiirden etkilendiğim ve ondan sonra beste yapmaya karar verdiğim besteler de oldu, zihnimde şekillenen bir ezgiye şiir arayıp, daha sonra doğru şiiri bulduğumda beste yaptığımda oldu. Bunun tersi olan ara durumlar da var tabii. "Seviyorum Seni"nin ilk kısımlarını Nazım Hikmet'in bir şiirinden uyarlamıştım, şiirin devamı besteye uymuyordu. Bunun üzerine şiiri bestelemekten vazgeçtim. Dinleyicilerimden ve arkadaş çevremden gelen yoğun talep üzerine şiiri söylemeye devam ettim. Ancak İlhan Berk'in bir şiirini okurken şiirin parçanın devamına çok uyacağını düşündüm ve o zaman "Seviyorum Seni" tamamlandı. Sizin dinleyici kitlenize baktığımızda genellikle üniversite öğrencilerinin sizi dinlemeyi tercih ettiğini görüyoruz. Kasetlerime kendi resmimi hiç basmadım. İlk kasedimde İstanbul Üniversitesi'nin kapısı vardı. 80 sonrasında toplumun bütün demokratik talepleri budanmıştı. O dönemde baskıların kalkması, toplumun baskılar karşısındaki duygularını dile getiren, en çok muhalefet eden kesim yine üniversitelilerdi. Bu anlamda kendimi halen bir üniversiteli gibi görüyorum ve üniversitelileri hiç kırmam. Bahar şenlikleri olur sazımı alır giderim. Bu anlamda üniversitelilerle ilişkilerim hep iyi oldu. Üniversiteli gençler de sizin onlara karşı olan sevginizi farkediyor olmalı... Gelen mektuplardan birinde üniversiteli bir dinleyicim "Sakaryada'ydım senin kasedin çalıyordu. Cebimde sadece Batıkent'e gidecek kadar yol parası vardı. Ya o kaseti alıp Batıkent'e yürüyerek gidecektim, ya da kaseti almayıp minübüse atlayıp gidecektim. Ben wolkmanime kasedini koyup Batıkent'e yürüyerek gitmeyi tercih ettim Onur Abi." diyor. Üniversiteli gençlik budur işte! Onur Akın'a baktığımızda çizgisini ve tevazuunu korumayı başarmış, halkın benimsediği bir sanatçıyı görüyoruz. Müzik piyasasının bunca dalaveresine karşın saflığınızı korumayı nasıl başardınız? Televizyonlara çıkmaya başlamadan önce de Onur Akın vardı ve konserler veriyordu. Televizyona çıkmaya başladığımda da, İDOBAY'a geçtiğimde dinleyicilerim bozulmamdan korktu. Ama daha sonra baktılar ki ne mesajım, ne kimliğim, ne de duruşum değişti, Aslında ben medyanın tercih ettiği bir isim değilim, tabandan gelen istek üzerine medyada yer alıyorum. Çünkü promosyonsuz satan isimlerden biri Onur Akın. İlk parasıyla annesine küpe almış!
O nur Akın, ortaokul yıllarında düğün salonlarında, aile içi kına gecelerinde başlar bağlamasını çalıp, türküsünü söylemeye. Sazıyla kazandığı ilk parayla annesini sevindirir. Annesine bir çift altın küpe almıştır! Lisede müzik derslerine giren Doç. Dr. Zihni Papakçı sayesinde klasik batı müziğiyle de tanışır. Bestecilik yönü ise üniversite yıllarında meyve vermeye başlar. Üniversitenin kantininde etrafında halkalar oluşturan öğrenci arkadaşlarına söyler ilk şarkılarını. Şimdi ise, genç yaşlı, doğulu batılı herkese söylüyor.
|
|
|
|
|
|
|
|