T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"100 milyarlık ödül" töreninden DYP balosuna

Türkiye'de gerçekleştirilen birçok "en büyükle rden" birini yine Koç Topluluğu gerçekleştirdi. Koç Holding'in kurucusu Vehbi Koç'un vasiyet ettiği "Vehbi Koç Ödülü"nün ilkinin önceki akşam yapılan ödül törenine katıldım. Ödül "Tarihi ve Kültürel Miras" başlığı ile Topkapı Sarayı Müzesi'ne verildi. Tabii yanında "100 milyar liralık" çekle birlikte.

Ödül töreni gazetelerde var. Detaya girmeye gerek yok. Törene katılanlara değinmek istiyorum. Bir kere iş dünyasının "Creme de la Creme" tabakası oradaydı. Doğal olarak Koç ailesi de tam takım temsil ediliyorlardı.

Toplantı Koç Grubu'nun toplantısıydı ama Sabancı Grubu'nun başkanı Sakıp Sabancı yine "baş rolde" gözüktü. Sakıp Ağa'nın tören mahallinde gözükmesiyle birlikte gazetecilerin çevresini sarması bir oldu. Konu şu günlerin "en kritik" konusu Avrupa Birliği konusu idi. Sakıp Ağa da TÜSİAD'ın verdiği ilana tamamen katılıyor. İdam ve Kürtçe konusunda "İdam gibi Kürtçe eğitim gibi meselelerde dünyayı yeniden keşfe ne gerek var. Adam diyor ki "Bizim inancımıza göre idam doğru değil", sen bunu ya kabul edersin onların kulubüne girersin ya da "seni de kulübünü de mantaliteni de istemiyorum, idama devam edeceğim" dersin. Ama bu nasıl uygulama ise yıllardan beri de uygulamıyorsun. Öyleyse idamı neden fren yapıyorsun" diyor.

Sabancı'nın özellikle eğitim konusunda söylediklerine katılmamak mümkün değil. "Kürtçe eğitim meselesi de nasıl ki çocuklarımıza isteyen İtalyanca, Fransızca, İngilizce öğretiyorsa, bu da öyledir. Bunu da derin yapmanın, fren yapmanın yerine artık Allah'tan korkun be!.. 30 senedir belli, ne istediğini bilmiyor musun? Artık bu treni de kaçırırsak bu ne demektir biliyor musunuz? Bu, "Ne gerek var zengin olmaya, biz fukaralık treninde yolculuktan öyle mutluyuz ki, fukara oğlu fukara kalmak çok hoşumuza gidiyor" demektir."

Sabancı gecenin "en esprili sözünü" arasında benim de bulunduğum çok küçük topluluk içersinde yaptı. Cannes Film Festivali'ne gösterişli otomobili ile katılan ve çevresinde sürekli genç ve güzel kızlar bulunduran Sakıp Ağa'ya "çapkınlık yapıp yapmadığı" soruldu. "Mümkün mü ağam" dedi. "Gönül istese bile vücut farkında olmuyor. Olabilir mi heeç!.."

Eski Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu, törene eşiyle birlikte en erken gelenlerden biriydi. Gazeteciler hemen çevresini alıp NATO toplantısı ile ilgili sorulara başladılar. O "Asıl Roma'da, parlamenter sistemle yönetilen ülkeleri başbakanları temsil ederken, bizi niye Cumhurbaşkanı temsil etti onu merak etmiyor musunuz?" diye sordu. Gerçekten de, İtalya'yı Başbakanı Berlusconi, Yunanistan'ı Simitis, Almanya'yı Schroder temsil ederken parlamenter sistemle yönetilen bizi Cumhurbaşkanı temsil etmişti. "Neden?" diye sormayacağım. Nedeni belli. Bizde başbakan yok.

Şu sıralar "parti kurma çalışmalarıyla" gündemde olan İlhan Kesici, gecenin benim için "en keyifli" lafını etti. "Can, ben de seni arayıp kutlayacaktım. Barut gibi yazıyorsun. Tebrik ederim" dedi. Bu söz, bu hafta ikinci kez duyduğum "keyifli" bir sözdü. Geçenlerde de "Muhalefet partilerinin yapamadıkları eleştirileri sen yapıyorsun" demişler, ona da sevinmiştim.

Koç'un ödül töreninde, devletten alacağı devlete olan borcunun kat kat üstünde olmasına rağmen, bankası elinden alınan Halis Toprak, Kamil Yazıcıoğlu, Erdoğan Demirören, Nihat Böytüzün, gibi işadamlarının yanısıra topluma sürekli "moral pompalayan" İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince de vardı. "Nasıl moral vermeyiz ki, zemin ayağımızın altından kayıyor" dedi.

Toplantıda bir de benim çok eski ve sevgili dostum Şahap Kocatopçu vardı. Kendisini eğitim hizmetlerine vakfeden Kocatopçu ile genellikle, Paris'te, çiçeklerin ve evcil hayvanların satıldığı Chatelet'de rastlaşıyorduk. İkimiz de çiçek seviyorduk ve o yüzden böyle oluyordu. Yıllar sonra Chatelet'de değil de Koç Üniversitesi'nde buluştuk.

Aynı akşam DYP Balosu'na da davetliydim. Töreni yarıda kesip DYP Balosu'nun bulunduğu otele gittim. Müthiş kalabalık vardı. O arada "Çiller'e muhalifliği" ile tanınan bir gazeteci arkadaşıma rastladım. "Hayrola hangi rüzgar attı seni buraya" dedim. Sanırım Derviş Günday yeni bir moda başlattı. "Çiller'den özür dileme modası." O da buna uymuş. "Ben Çiller'e muhaliftim ama İstanbul İl Başkanı Süleyman Soylu sürekli beni arayıp parti hakkında bilgilendiriyordu. Onun için pek uzak değildim" dedi. Sonra gülerek ekledi; "Şu sıralar en tutarlı" ve "en gerçekçi" tavrı Çiller gösteriyor. Sanırım ben de kendisinden özür dilemek için gelmiş olabilirim."

Balonun yapıldığı salon hınca hınç dolmuştu. Bir yıl, iki yıl öncesine göre "kıpır kıpır" bir davetli topluluğu vardı. Bütün masalar tamamen dolmuş, bazı davetliler kendilerine yer bulamamışlardı.

Başta İstanbul İl Başkanı Süleyman Soylu olmak üzere bütün yöneticiler ve milletvekilleri durumdan memnundular. "Kırat iktidara gelecek" diyorlardı.


1 Haziran 2002
Cumartesi
 
CAN AKSIN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED