T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kazası olmayan tek ibadet: "Yaşamak!" (I)

Yine Türkçe'nin o harika cilvelerinden biriyle karşı karşıyayız: 'Yaşamak' sözcüğü Türkçemizde 'yaş' kökünden türer, tıpkı 'yaşlanmak' gibi... 'Yaş', yani 'taze' (bayat'ın karşıtı), yani 'yeni' (eski'nin karşıtı), yani 'ıslak' (kuru'nun karşıtı)...

Ne garip değil mi dildeki kullanımlarının tam da aksine kökeni itibariyle 'yaşlı', eskiyen, eskimiş, ihtiyarlamış, içi geçmiş, bayatlamış, kurumuş değil, bilakis yaşlanan, ıslanan, tazelenen anlamlarına geliyor. 'Yaşlılık', bu yönden bakıldıkda ihtiyarlık değil, tazelik... Su hayatın mebdei, tazeliğin, baharın, yeniden doğuşun muştusu... Islaklık, yaşlılık, yaşlanmışlık, 'yaş'a aidiyet, dahası yeşillik, hep yeniden doğuşun, yeniliğin, yenilenmenin, yinelenmenin simgesi... Yaşamak zaten bu yüzden yaşlanmaktır, tazelenmektir, ıslanmaktır, yeşillenmektir; eskimemek, içi geçmemek, yenilenmektir.

Türkçe'de olumsuz halleri aksi mânâdaki sözcüklerle, olumlu anlam ifade eden tabirlerle dillendirmek, dile getirmek âdeti olduğundan, yaşlanmak, yaşça ilerlemek sadece sözcük düzeyinde değil, esasen kavram düzeyinde de olumlanmış oluyor.

Yaşamak, yaş almak, yaşça büyümek, yaşlanmak sözcüklerinin hiçbirini tazelenmek, yaşama gelmek, varolmak, varoluşu yinelemek anlamlarının dışında kavrayamayız. Nitekim Heidegger, "Kaya 'var'dır ama varolmamaktadır, at 'var'dır ama varolmamaktadır, çiçek 'var'dır ama varolmamaktadır, melek 'var'dır ama varolmamaktadır, Tanrı 'var'dır ama varolmamaktadır. Sadece insandır ki vardır ve varolmaktadır!" der.

Öyleyse 'yaşamak' bir diğer anlamıyla varolmaktır; varoluşu sürdürmektir, varlığa gelmek değil, varlıkta, zamanda, ânda kalmaktır. Çünkü yaşamak, zamanda-olmak'tır; zamanda-olmayı-bilmek'tir; yaşamak kendi olmak, böylesi bir kendiliğin farkına varmaktır. Ölmek, "şimdiki zamanın dışına çıkmak" demek ise, "buradaki ve şimdiki yaşamın dışına çıkmak" demektir de aynı zamanda "Geçmiş", adı üstünde geçmiş olandır. "Gelecek" ise, daha gelmemiş olan, gelecek olan demektir. O halde şimdi ve burada sadece "an" vardır. Şimdi ve burada yaşamak bu-ara-da yaşamaktır. Arada yaşayabilenler ancak 'yaşamak' sözcüğünün hakikî anlamıyla delâletine müstahak olabilirler.

Bir 'ara'da yaşıyoruz, bu 'ara'da yaşıyoruz; yaşamanın bir 'ara'ya, yani 'ân'a aidiyetini belirtmiş oluyoruz böylece. AN, geçmiş gibi, gelecek gibi zamanın bir ucu değil, bilakis kendisi... Zaman'da yaşayanlar, esasen an'da yaşayanlar, yaşamalarını ân'a tahsis edip o an'da varoluşlarını sürdürebilenlerdir.

Yaşamak ve/veya yaşlanmak, o halde ân'ın tazelenmesi, nefsin yenilenmesi, bedenin ıslanmasından başka ne anlama gelebilir ki? Yaşadıkça, içinde yaşadığımız o an'ların sayısını artırmaktan, o an'ları tazelemekten gayrı ne yapmış oluyoruz? Kuruyan ruhumuz, zamanla, an'ların geçmesiyle, tekrarlanmasıyla, yinelenmesiyle, yenilenmesiyle yaşlanıyor, ve yaşlandıkça, ıslandıkça yeniden yeşeriyor. Nitekim 'yaş' ile 'yeşil'i kökteş kılan da bu nitelikleri değil midir?

Canlanmak, yeniden doğmak, yeşillenmek, yaşlanmak, yani yaşlanabilir, yeşillenebilir, ıslanabilir olmak, olmanın ve dahî ölmenin farkına varmak ise şayet, 'olmak'ı olmanın-bilincinde-olmak, 'ölmek'i ölmenin-bilincinde/bilinciyle-ölmek şeklinde tanımlamayı niçin ve neden denemeyelim? Kısacası 'olmak' ara-da-olmak, bu-ara-da, bu-an-da olmak; ölmek ara'dan, bu-ara-dan, bu-an-dan çıkmaktır!

Alimlerimiz zaman'ı nicelik (kemmiyet) kategorisinde mütalaa etmişler ve nicelik'i de bölünebilir (kabil-i inkisam) olmakla tavsif etmişlerdir. Ma'lûm olduğu üzere, bölünebilirlilik ya sürekli (muttasıl) veya süreksiz (munfasıl) olur. Süreksiz olanı (sayı) aritmetik'in, sürekli olanı da geometri'nin konusudur. Süreksiz nicelik (kemmiyet-i munfasıl) ise kendi arasında, unsurlarının bir arada bulunup bulunmama özelliği dikkate alınarak yine ikiye ayrılır: kar'uz-zat (çizgi, yüzey, üç boyut) ve gayr-ı kar'uz-zat (geçmiş-an-gelecek'ten ibaret olan 'zaman').

AN, işbu tanıma göre tekrarlanamaz bir haldir, bir a'razdır. Biz her an, bir-an-da, bu-an-da yaşadığımız için geçmişi yeniden yaşayamayız, tekrarlayamayız, dolayısıyla gelecek'i de kendisi bizâtihi ân'a gelmeden, ân'a dönüşmeden, yani şimdi'de(n) yaşamanın yolunu bulamayız ve fakat ölebiliriz!

Evet, istersek ölmeden önce ölebiliriz!


1 Haziran 2002
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED