|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
RTÜK Yasası'nı çıkardın ya, artık güle güle Ecevit! İlerleyen Parkinson hastalığına ve zamana karşı yarışırken, bu en kıymetli günleri Anayasa Mahkemesi'nin iptâl edeceği bir yasaya harcamak; jübilesini RTÜK ile yapmak, yılların politikacısı Ecevit'e yakıştı mı? Ya uğradığı ihanet! Kral öldü yaşasın kral! Bu kadar değerli vakti (tam üç haftayı) medya patronunun keyfine tahsis edeceksiniz, Avrupa Birliği'ne uyum yasaları acilde beklerken, sırf basın desteğini muhafaza için milletvekillerinin başında nöbet tutup, içinize sinmemesine rağmen RTÜK'e arka çıkacaksınız... Sonra... Dün İnönü'ye hitaben söylediğiniz sözlerle, bugün başbakanlık koltuğundan kovalanacaksınız. Değdi mi, koca bir kariyeri, güç odakları uğruna harcamaya? İşte Ecevit'in 1972'de CHP Kurultayı'nda İnönü için söylediği ve bugün kendisine hatırlatılan sözleri: "Tarihi misyonu nedeniyle başarılı olan bu kişi, fiziki nedenlerle tarihi kişiliğini kullanamaz hale gelmiştir." (30 Mayıs 2002 - Star) Ayıp
Ecevit, hem Türk milletine, hem kendisine ayıp yapıyor. Parkinson hastalığına tutulduğunu uzun süre kamuoyundan gizlemesi ayıp; son dönemde, hastalık iyice ilerleyince, sırf sağlıklı görünmek uğruna gerekli tedaviyi almak istememesi, kemikleri çıtır çıtır kırılırken, hatta (son havadis) omurgası bile kırıkken, çelik korse takıp, "iş göremez hale geldiğinin" bilinmemesine gayret etmesi ayıp. Sanki değişmez bir aşiret lideriymiş gibi, o koltuğu hırsla muhafaza etmeye çalışması ayıp. Git artık Ecevit! İşi tadında bırak. İstifa et! Zaten RTÜK Yasası'nı çıkardın; elindeki kozu da kaybettin. Seni destekleyen medya patronu kalmadı. Onlar şimdi Hüsamettin Özkan'ın peşinde. Ecevit yazık etti kendisine! RTÜK ile, siyasi kariyerinin jübilesini yapmak ona hiç yakışmadı. AB ve muhalefet
Zamanımızı boşa harcadık. Avrupa Birliği ile uyum için olmazsa olmaz şartların yerine getirilmesi hususu askıda kaldı. Ama MGK'dan çıkan kararlar umut verici. Kürtçe yayın ve eğitim ile idam konuları, acilen hal edilmeli. Bu noktada, iktidar partileri gibi muhalefet de tavrını belirlemeli. Parti programına "Biz AB üyeliğini destekliyoruz" yazmak yetmez. Siyaset, önemli meselelerde tavır almayı, topluma yol göstermeyi gerektirir. Tansu Çiller, "AB mi Apo mu derseniz biz AB deriz" sözleriyle, MHP'nin oyununa gelmediğini gösterdi. Saadet Partisi, öteden beri sadece adi suçlarda idamın sürmesini savunuyor. Devlete karşı cürümlerde ise, idamı onaylamadıklarını ilk günden beri açıklıyorlar. AK Parti ise, "Hele bir MHP'nin tavrını görelim" havasında. Mehmet Ali Şahin "Eğer hükûmet üç partinin (DSP, Anap ve MHP) imzasını taşıyan bir tasarı getirirse biz engelleyici olmayız. Gerekirse destek veririz" diyor ve ilâve ediyor: "MHP, idam konusunda, biz bu işin dışında kalacağız, boşluğumuzu muhalefet doldursun kararlığında. Bu tip kurnazlıklara, siyasi manevralara alet olmayız." Mehmet Ali Şahin'in sözleri, eğer AK Parti'nin gerçek politikasını yansıtıyorsa, son derece hatalı bir yol izleniyor demektir. Keşke Tayyip Erdoğan, Avrupa Birliği'ne ortaklık hususunda kararlı davrandığını, -MHP'ye referans yapmadan- gösterebilseydi. MHP'nin arkasına gizlenmek yerine, parti politikalarının gereği yerine getirilseydi. Devlet Bahçeli'nin tavrı, Tayyip Erdoğan'ı bağlar mı? İnisiyatif Sezer'de
Siyasette her an büyük değişimler meydana gelebilir. Ecevit, er geç (çok kısa sürede) görevini bırakmak zorunda kalacaktır. 4 Mayıs'ta Başkent Hastanesi'ne yattığını duyar duymaz kaleme aldığım yazıda, Başbakanın artık makamını muhafaza edemeyeceğini belirtmiştim. Ertesi gün hastaneden çıktı ama, benim bu kanaatim değişmedi. Ecevit evde istırahatteyken, Meclis, RTÜK Yasası'nı çıkarıyor, gazeteler de onun sağlık haberleriyle dolup taşıyordu. Şimdi herkes yolun sonuna gelindiğini kabul ediyor. Ecevit ya kerhen ya isteyerek başbakanlıktan ayrılacak. Hükûmet istifa etmiş sayılacak. O zaman Cumhurbaşkanı, hükûmeti kurma görevini birine verecek. Teamül, en fazla milletvekiline sahip partinin liderinin görevlendirilmesi. DSP, lidersiz kaldığına göre, muhtemelen sıra MHP'ye gelecektir. Ama çoğunluğu sağlayan başka bir yapı ortaya çıkarsa, diğer genel başkanların da Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilmesi mümkün. Hükûmet istifa edince, Meclisi de çalıştırmak mümkün değil. Hele, Avrupa Birliği ile uyum sağlayacak tasarılar nasıl hazırlanacak? Bu yüzden diyoruz ki, Ecevit'in önünde bir iki ay kaldıysa, lâfla peynir gemisini yürütmeyi bırakalım. Muhalefetin de desteği ile, bir an önce gerekli yasalar çıkarılsın. 7 Haziran'daki liderler zirvesinde, Cumhurbaşkanı herhalde bu konulara eğilecektir. İnisiyatif yavaş yavaş onun eline geçiyor. Sezer, hükûmetin şekillenmesinde ve Türkiye'nin krize saplanıp kalmadan düze çıkmasında önemli bir rol oynayacak. Org. Başer ve başörtüsü
Türkiye bunca önemli sorunlarla boğuşurken, halâ başörtüsü gündemde kalabiliyor. Geçenlerde 2. Ordu Komutanı Org. Edip Başer, adeta savunma içgüdüsüyle konuya temas etti: "Ordu başörtüsüne karşı değil. Ordu, başörtüsünün belli biçiminin siyasi amaçlarla istismar edilmesine karşı. Dini inançların sömürülmesine karşı." Esasında "Kadınların başındaki örtüyle ordunun ne ilgisi var?" diye sormak en doğrusu. Keşke askerler, böyle tartışmalara girmeseler. Çünkü "Başörtüsünün belli biçimine karşı olanlar", nasıl bir başörtüsü ile kızların üniversitelere girebileceğine veyahut orduevlerinde tesettürün hangi biçiminin serbest olduğuna dair açıklama da yapmıyorlar. Böylece, yasak başını örten herkesi kapsıyor. Acaba Org. Başer, başörtüsünü, kimin, dini istismar etmek için, siyasi amaçlarla taktığını nasıl anlıyor? Tesettür defilesi bile yapılıyor. Modernleşen, şehirleşen genç kızlar, çene altından başörtülerini bağlamak istemiyor. Daha şık görünme arayışındalar. İran devriminde kadınlar hep siyah ve koyu renk başörtü takmışlardı. Bizimkiler rengarenk. Org. Başer'in açıklamalarını, başörtüsü yasağının kalkmasını istediği şeklinde yorumlayanlar var. Keşke öyle olsa... Üniversitede yasak
Zira özellikle İstanbul Üniversitesi'nde yasak, hastalara ve çalışanların yakınlarına da yayılarak yürüyor. İstanbul milletvekili Azmi Ateş, Sağlık Bakanı Osman Durmuş'a bir soru önergesi verdi. Konusu, İstanbul Üniversitesi Rektör vekili Prof. Nur Serter imzasıyla üniversitenin Personel Daire Başkanlığı'na gönderilen yazı. İşte Serter'in talimatı: "Üniversitemizde görevli personelin, herhangi bir Sosyal Güvenlik Kurumu'na kayıtlı olan anne, baba ve eşlerine sağlık karnesi talebinde, Tedavi Yardım Beyannamesi doldurulurken, gerekli hassasiyetin gösterilmediği gözlenmektedir. Personel, kendisinin ve aile fertlerinin, kılık kıyafet yönetmeliğine uygun fotoğraflarını beyannameye yapıştırmalıdır." 4 Mayıs 2002 tarihinde de, Toraks Derneği İstanbul Şubesi'nin, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Odotoryumu'nda düzenlediği "Hasta Eğitim Toplantısına" da, Rektör Kemal Alemdaroğlu'nun talimatıyla, başörtülü hanımlar alınmamıştır. Türkiye'de, rejimin gerçekten bir sıkıntısı var. Ama bu sıkıntı, -ister çene altından bağlansın, ister omuzlardan sarksın- başörtüsünden kaynaklanmıyor. Rejimi cendereye sokan, siyaset-ticaret-medya ilişkileri, yolsuzluklar, yasaklar ve koltuğunu bırakmayı bir türlü içine sindiremeyen başbakandır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |