|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Amerikan Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in Ankara'da geçirdiği süre, 24 saatten daha az. Ama, 72 saattir tartışılıyor ve daha tartışılacak da... Tartışmalar, tahmin edilebileceği gibi, 'Irak'a Amerikan müdahelesi' üzerinde odaklaştı. Bunu, Başbakan Bülent Ecevit'in 'Cheney'le görüştükten sonra rahatladım. Görünebilir bir gelecekte harekat yok' açıklaması tetikledi. Konuya daha geniş boyutları çerçevesinde bakmasını bilenler, Cheney ziyaretinin içeriğini ve sonuçlarını, Ankara'nın sunduğundan farklı okumasını bildiler. Bu 'farklı okuma', Cheney'in Ankara temaslarının çok daha çarpıcı bir başka veçhesini görmeye de yarıyor. Cheney ziyareti, aslında, Amerika'nın Irak'a yönelik niyetlerinden çok, 'Ankara'nın fotoğrafını çekmesi' bakımından ilginçti. Türkiye'deki 'rejim tipi'ni ve gerçekte söz konusu olan 'yönetim boşluğu'nu Cheney ziyareti vesilesiyle bir kez daha görebildik. Bunun en belirgin göstergesi, Cheney'in Genelkurmay Başkanı ile görüşmekte ısrarlı davranması ve bunun sonucunda, basında ifade edildiği tarzıyla, Cheney'in 'Genelkurmay Başkanı başkanlığındaki Türk heyeti ile görüşmesi' idi. 'Genelkurmay Başkanı'nın başkanlığındaki Türk heyeti'nde Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve Dışişleri Müsteşarı Uğur Ziyal'ın da yer aldığı' açıklandı. Bu açıklamanın yanında bir de 'bilgi' geldi. Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun Cheney temaslarının hiçbir bölümüne davet edilmemiş ve dolayısıyla hiçbir görüşmede bulunmamış olduğu. Dışişleri Bakanı ile Müsteşar'ın Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu başkanlığı Türk heyetinde yer alması, manzaradaki garabeti kurtarır mı? Kurtarmaz. Kurtarmadığı gibi arttırır da. Ortada bir soru var: Cheney, Ankara'ya gelmeden önce 11 ülkeyi ziyaret etti. Arap ülkeleri ve İsrail. Bunların hiçbirisinde, ülke yöneticileriyle yani Cumhurbaşkanı, Kral, Emir ya da Başbakan'la yaptığı temaslardan gayrı, o ülkenin Genelkurmay Başkanı ile özel görüşme yapmakta ısrar etmedi. Rejiminin bunların tümünden (belki İsrail istisna) farklı olduğu özellikle vurgulanan ve genellikle bunların tümüne 'Türk modeli' denilerek örnek olarak sunulmak istenen ve dahası AB'ye aday yani 'Avrupa kimlikli' bir ülke addedilen Türkiye'de böyle bir durumun gerçekleşmesi; Cheney'in talebinin yerine getirilmesi neyi ifade ediyor? 'Türkiye gerçeği'ni ifade ediyor. Amerikalıların, 'Türkiye gerçeği'ni bildiğini ve buna uygun davrandığını ifade ediyor. Çünkü, bizim bildiğimizi Amerikalılar da biliyor. Ülkenin 'ulusal ve uluslararası güvenlik'i ilgilendiren temel kararlarını, hükümetin değil, esas olarak 'askerler'in aldığını biliyorlar. Cheney ve onun şahsında Amerika eleştirilecekse, 'kendi değer sistemlerini' ihlal pahasına, 'şekle saygı göstermemekle' eleştirilebilir. Ama 'gerçekçi' davranıldığı kesin. Başbakan Ecevit eleştirilecekse, böyle bir talebi kabul ettiği ve üstelik Savunma Bakanı'nı işin içine katmadığı için eleştirilebilir. Bu, bizler için, Amerikalıları eleştirmekten, daha geçerli bir eleştiri tercihidir. Bununla birlikte, onu da eleştirmenin bir anlamı ve yararı yok. Zira, o da 'gerçekçi' davranmış sayılmalıdır. Ecevit, böylesine bir 'diplomasi garabeti'ne yol açmakla, Ankara'da 'temel meseleler'e ilişkin bir 'yönetim boşluğu' olduğunu itiraf etmiş olmaktadır. Hükümetin, bu gibi meselelerde zaten 'askerler'e sormadan ve danışmadan, karar alabilecek güç ve kapasitede bulunmadığını ortaya koymuştur. Bunu biz zaten biliyoruz. Bülent Ecevit'in, 'Bizim söylediklerimizi bir de Genelkurmay Başkanı'nın ağzından duysunlar istedik' ve 'Amerikan Başkan Yardımcısı sıfatını taşıyan bir insanın isteğini reddeder duruma düşmek istemedik' cinsindan açıklamalarını 'ikna edici' bulmak imkansızdır. Hele ilki. Bunun, 'Türkiye'nin Başbakanı'nın söylediklerini Türkiye'nin resmi tavrı olarak algılamayabilirler. Türkiye Başbakanı, yabancılar nezdinden, tek başına güvenilir sayılmamaktadır. Onları buna inandırmak için, bir de Genelkurmay Başkanı'nı dinlemelerinde yarar var' demekten farkı yoktur. Bu, bir Başbakan'ın, kendi 'temsil yetkisine ilişkin kuşkuları'nı itiraf etmesinden başka bir şey olarak anlaşılamaz. İkincisine gelince, bunun, 'Amerikalılara ayıp olmasın diye, Türk devlet geleneklerini askıya alabiliriz' demekten ne farkı olabilir? Kaldı ki, Cheney, Ankara'dan havalanır havalanmaz, Ecevit görüşmesinin zabıtları olduğu ileri sürülen bir metin, Hürriyet gazetesinde manşetten yayımlanmıştır. Şimdi siz, Amerika (ya da Cheney) olsanız, 'mahrem' olması gereken görüşmenizin, ziyaret ettiğiniz ülkenin en yüksek tirajlı gazetesinde yayımlanması karşısında ne düşünürsünüz? Bunu bir 'gazetecilik başarısı' olarak mı görürsünüz; yoksa muhatabınıza güveniniz mi sıfırlanır? Bundan böyle, hiçbir ciddi ve mahrem konunun, Türkiye'nin Başbakanı ile görüşülmemesi gerektiği ve dolayısıyla Genelkurmay Başkanı ile görüşme isteğinizin isabetli olduğu sonucuna mı varırsınız? Ankara'daki 'performans', Savunma Bakanı sıfatının, 'gerçekte' ne olduğunu ve nasıl anlaşılması gerektiğini de ortaya koymuştur. Bu konuda sızlanmak da, pek anlamlı olmayacaktır. Çünkü, Savunma Bakanı -kim ve hangi partide olursa olsun- öyle bir konumdadır. Ayrıca, Dışişleri Bakanlığı'nın Türk devlet sistemi içindeki 'özerk' ve 'özgün' konumunu yitirdiği ve kendi çalışma alanını ilgilendiren konularda Genelkurmay'ın bir 'alt birimi' görüntüsünü verdiğine dair uzunca bir süredir yapılmakta olan gözlemler doğrulanmıştır. Herhalde, Genelkurmay Başkanlığı başkanlığındaki Türk heyetinde Dışişleri Bakanı ile Dışişleri Müsteşarı'nın yer alması, Cumhuriyet tarihinde ilk kez söz konusu olmuştur. Devlet yapısı böyle çarpılınca, bir 'resmi Türk pozisyonu'nun ne olduğu da anlaşılamamıştır. Ortada, bölgenin geleceğine ilişkin bir 'Türkiye vizyonu'ndan söz etmek mümkün değildir. 'Türkiye'nin pozisyonu', bölge yani Ortadoğu söz konusu olunca 'negatif'ten yola çıkıyor. Bunları birkaç maddede sıralamak kolaydır: 1. Türkiye, Kuzey Irak'ta bir bağımsız Kürt devletinin kurulmasına karşıdır; 2. Türkiye, Irak'ın toprak bütünlüğünün korunmasından yanadır; 3. Türkiye, Körfez Savaşı'nda çok büyük maddi zararlara uğramıştır; bu yüzden kendisi için yine önemli ölçüde maddi zarar verecek, ekonomisini zora sokacak cinsten Irak'a karşı bir askeri harekata soğuk bakmaktadır; Bunların tümü, 'itiraz'dır. Bir de son yıllarda bunlara eklenen bir 'talep' vardır. Irak'ta Türkmenlerin korunması, haklarının sağlanması. Bunca 'negatif' arasında 'pozitif' görünen tek husus. Ne var ki, o konuda da açıklık yoktur. Türkiye, nasıl bir Irak'tan yanadır ki, o çerçevede 'Türkmenler'in konumu' da tanımlanmış olsun? Türkiye, Türkmenler için 'kültürel özerklik' mi istemektedir? Türkiye, 'federatif bir Irak' formülüne ne demektedir? Türkiye, Türkmenler için istediğini, Kürtler için de istemekte midir; yoksa farklı bir şey mi istemektedir? 'Türkmenler' telaffuz edildiğine göre, Türkiye, 'Irak muhalefeti' kavramına mı yanaşmıştır? Türkmenler, birkaç gruplaşma söz konusu olduğuna göre, hangi Irak muhalefeti içinde desteklenmektedirler? Türkmenleri kim temsil ediyor? Hangi muhalefet blokları ile ilişkileri var? Türkiye, bunların hangisiyle ilişkide? vs. vs. Bu soruların hiçbirinin cevabı açık değil; çünkü Türkiye'nin 'şikayet', 'itiraz' ve 'mali talep'ten gayrı 'insicamlı' bir Irak politikası yok. Olmayınca, Cheney'in Ankara'da ifade ettiği, 'Siz, diğer ziyaret ettiğim yerlerden farklısınız. Siz, müttefikimizsiniz. Sizden görüş ve yol gösterici olmanızı bekliyoruz' isteği havada kalmaya mahkumdur. Cheney'in Ankara ziyareti, aslında, gayet kötü bir 'Ankara fotoğrafı'nı gözlerimize bir kez daha sokmuştur.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |