T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Memleketimizin hâl-i pürmelâli

-"[Sosyalist hükümetimizin ilk sabahında] Minarelere asılı hoparlörlerden ezan okunmasını da yasaklarız. Fakat dine ve namaz kılanlara da saygılıyız. Kimsenin dini inançlarına zorla müdahale etmeyiz. Namaz kılmak isteyenlere, namaz zamanlarını telefonla haber verme sistemini kurarız." (Yalçın Küçük, "Bir Soran Olursa", s. 114, İstanbul, 1987)

Bu satırları okuduğunuzda, "Acaba yanlış mı yazılmış?" diye bir kuşkuya düştüyseniz, hemen söyleyeyim, yanlış yazılan bir tek kelime bile yok! Okuduğunuz tamamiyle doğru!

Bu sefer belki de yazarın okurlarına bir şaka yapmaya çalışmış olabileceği akla gelebilir; dolayısıyla mezkûr alıntının başını da, sonunu da okumak ihtiyacı duyabilirsiniz. O halde sizi şimdiden temin edeyim ki bu alıntının başını da, sonunu da okusanız, bu birkaç satırla başarılmış olan komikliğin mizah değerinde herhangibir eksilme olmayacaktır.

Dine ve namaz kılanlara saygılı olduğunu ve kimsenin dini inançlarına zorla müdahale etmeyeceğini beyan eden bir zihniyetin, daha iktidarının ilk sabahında işi-gücü bırakıp minare hoparlörlerinden ezan okunmasını yasaklamak istemesine acep komiklikten gayrı ne mânâ verilebilir?

Şahsen denedim ve fakat bir cevap bulmayı başaramadım.

"Dine ve namaz kılanlara saygılı olmak" ile "namaz zamanlarını telefonla haber verme sistemi kurmak" arasındaki diyalektik ilişkinin ("çelişki" sözcüğünü kullansaydım, jargona daha uygun mu konuşmuş olurdum acaba?) Marx'ın bile kemiklerini sızlattığına ne şüphe! Kendileri muhtemelen şöyle diyordur: "Beni Türkiye'de bir bu zât anladı ama o da yanlış anladı!"

Dilerseniz bir de yazarın bu görüşlerini aynı kitabın başka sayfalarında nasıl dile getirmiş olduğuna bir bakalım:

- "Somut görülebilir, ilkesel saydığım için değinebiliyorum. Sosyalist hükümetimizin ilk sabahında, minarelerdeki tüm hoparlörleri indireceğimizi şimdiden açıklamayı yararlı buluyorum. Herkesin çok rahat olacağı bir düzenin hülyasını taşıyoruz, kimsenin ve özellikle emekçi yığınların sabah uykularını böldürmeyiz. Ancak sosyalist düzenimizde, duasını yapmak ve namazını kılmak isteyenleri, istedikleri zamanda haberdar edecek telefon sistemini rahatlıkla kurabiliriz. Yine ancak bunu hıristiyan veya başka inanç sahibi yurttaşlarımıza da aynı istekle ve eşitlik duygusuyla yaparız." (Yalçın Küçük, a.g.e., s. 269-270)

Görüldüğü gibi, yazar görüşlerini gayet ciddiyetle (!) dile getirmekte ve o denli de açık ve anlaşılır bir şekilde "hülyasını taşıdığı" o "herkesin çok rahat olacağı düzeni" okurlarına tüm ayrıntısıyla aktarmaktadır.

- "Kimsenin ve özellikle emekçi yığınların sabah uykularını böldürmeyiz!"

Ne kadar etkileyici değil mi!? Güya kendi kendisiyle tutarlı! Baksanız â, hem "sosyalist hükümetlerinin ilk sabahında minarelerdeki tüm hoparlörleri indireceğini" söylemekle kalmıyor, üstelik bunu, "herkesin çok rahat olacağı bir düzen" şeklinde tavsif edebiliyor.

İnanın şu üslûba, şu edâya bayılıyorum:

- "Kimsenin ve özellikle emekçi yığınların sabah uykularını böldürmeyiz!"

Ve işte size bu edaya yaraşır çağdaş ve o denli de bilimsel bir çözüm:

- "Sosyalist düzenimizde, duasını yapmak ve namazını kılmak isteyenleri, istedikleri zamanda haberdar edecek telefon sistemini rahatlıkla kurabiliriz."

Belki de bir zamanlar "Bilimsel Sosyalizm" dedikleri böyle bir şeydi, kimbilir?!?

Türkiye'de din-devlet, din-siyaset ilişkilerinin hemen her cihetten böylesi komiklikler düzeyinde ele alınması olgusunu, ünlü aydınlarımıza mahsûs fikir fukaralıklarıyla izah etmeyi deneyecek kimseler için söylemeliyim ki bu komiklikler, şahsî yeteneklerle (!) izah edilemeyecek denli karmaşık bir nedenler örgüsünün sonucudur!

Hemen eklemeliyim ki ortada bir de şöyle bir sorun var: Hafızasızlık!

Bir toplumun iddialarını kaybetmesi, hafızasını kaybetmesi demek... Nitekim omurgamız sökülünce, hafızamızı kaybetmemiz işten bile olmadı. Binaenaleyh önceden söylenenleri hatırlamadığımız içindir ki şimdi söylenenleri önemseyebiliyoruz.

Rahmetli babaannem şöyle derdi: "Sirkeci'de adamın biri bir köfte dükkanı açmış ve bir yiyen bir daha yememiş ama o adam tam 40 yıl köftecilik yapmış!"

Gerçekten de ne münbit bir memleketmiş bu?! Bir yiyen bir daha yemiyor ama yine de birileri köftelerine müşteri bulmayı becerebiliyor!


23 Mart 2002
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED