T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Beyrut zirvesinden bize ne?

Arap Birliği son dönemlerin belki de en kritik zirvelerinden birine başlıyor. Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta yarın başlayacak olan zirveyi izlemek için gelen gazeteci sayısının bu zamana kadar kaydedilen en yüksek rakama ulaşması, özellikle Amerikalı gazetecilerin ilgisi zirvenin önemi hakkında fikir vermeye yetiyor.

Bu zirve belki de, Arap Birliği üyelerinin tümünün katılımıyla gerçekleştirdiği son toplantı olacak. Çünkü Ortadoğu'da beklenen muhtemel gelişmeler uzun bir süre daha tam katılımlı böylesi bir zirvenin gerçekleşmesine imkan tanımayacak. Tıpkı I. Körfez Savaşı sonrası olduğu gibi, yeni yeni taşların yerine oturmaya başladığı bir ortamda ABD'nin müdahale planları, Filistin'deki çatışmaların ulaştığı boyut Arap ülkeleri arasındaki dengeleri de doğrudan etkileyecek. Sıcak gelişmeler yeni yeni kamplaşmalara neden olabilir.

Zirveden çıkacak sonuç ne olursa olsun bölgedeki statükonun bu şekilde devam etmeyeceği kesin gibi görünüyor. Değişen her dengede Arap ülkeleri kendi durumlarına göre konumlarını yeniden belirleyecekler, yeni yeni gruplar ortaya çıkacak. Her ne kadar Amerika'nın muhtemel bir Irak operasyonuna karşı koyma gücü olmasa bile siyasi sonuçları Arap Birliği'ndeki saflaşmaları yeniden belirleyecek.

Ortadoğu'daki muhtemel gelişmelerin sonuçları sadece Arap ülkeleriyle sınırlı kalmayacağı çok açık. Statünün bu şekilde daha uzun süre devam etmesinin mümkün olmadığı ortada. Ne Irak'ın de facto parçalanmışlığı ne Filistin'i kan banyosuna çeviren çatışmaların bu şekilde sürdürülmesi mümkün gözükmüyor. Sonuç nasıl gelişirse gelişsin Türkiye durumdan doğrudan etkilenecek. Hatta Ortadoğu'daki gelişmeleri sürekli bir "Arap sorunu" gibi görmeye yatkın, "Araplar'ın içişlerine bulaşmamak" şeklindeki geleneksel yaklaşıma indirgeyen Türkiye'nin Arap Birliğindeki gelişmeleri yakından izlemesi gerekiyor.

Özellikle Şaron'un "denizin bittiği yer" noktasına getirdiği baskılar, Ortadoğu sorununu Irak ve Saddam sorunu olmaktan çıkarmış, öncelikli olarak Filistin sorunu haline getirmiştir. Arap ülkelerinin yöneticileri Saddam'dan kurtulmak isteyebilirler ama Filistin'den isteseler de vazgeçemezler. Çünkü her yönetimin halkına karşı meşruiyetini Filistin konusunda göstereceği duyarlılık ve ilgi ile yakından alakalıdır.

Filistin sorunu bölgenin kaderi ile yakından ilişkilidir ve Arafat'ın konumu da Ortadoğu'nun dengeleri açısından önemli bir göstergedir. Çünkü, İsrail'de yayınlanan dünkü Haaretz gazetesinin başyazısında belirtildiği gibi, İsrail'in Filistin liderliğini belirleme gücü yoktur. Bu tespite şu da ilave edilebilir; Arap ülkelerinin de Filistin hareketini kontrol altına alma güçleri yoktur. Eğer böyle bir yetenekleri olsa ya da Filistin sorunu böylesi bir manüpilasyonla çözülecek hafiflikte bir sorun olsaydı, Arap yönetimleri çoktan bu defteri bir şekilde uzlaşarak kapatırlardı. Bölgedeki askeri ve siyasi dengeler şekillenirken bunun yansıması Filistin üzerinde görülür. Filistin konusunda tarafların tutumuna bakarak bölgenin ne yönde şekilleneceği hakkında fikir yürütebilirsiniz. Hatta Irak'ın geleceğine ilişkin dengeler bile Filistin üzerinde yapılan pazarlıklarla belirlenmektedir.

Türkiye/nin ilgisi

Bu bağlamda, sanılanın aksine olarak, Arafat'ın Beyrut'a gelip gelemeyeceği, gelirse dönüp dönemeyeceği Türkiye'yi yakından ilgilendirmektedir, ilgilendirmelidir. Türkiye istese de istemese de bölgeye ilişkin hesaplarını Irak'ın konumundan kaynaklanan ekonomik kaybıyla sınırlayamaz durumdadır. Ortadoğu'da olup bitenlere miyop gözle bakan bir stratejik duruşun faturasından başka bir şey değildir Irak konusundaki ekonomik kayıplarımız.

Bir yanda Avrupa Birliği ilişkilerinde tıkandığı, Kıbrıs konusunda açmazlara gelindiği, Amerika ile ilişkilerde, itiraf edilmese bile oldu-bittilerle karşı karşıya olduğu bir dönemde bölgede alacağı tavır daha da önem kazanmaktadır. İslam Konferansı üyeleri ile Avrupa Birliği üyesi ülkeleri bir araya getiren, tüm ruhsuzluğuna ragmen "İstanbul ruhu" girişimi bile potansiyelini hatırlatması bakımından önemli ip uçları vermektedir.

Karar verici çevrelerin pek hoşuna gitmese, zaman zaman yok saysalar da, Türkiye'nin, içinde olduğu bölgeyle daha derin ve gerçek ilişkilere girmesi gerekiyor. Türkiye İslam Konferansı'na üye ülkeleri toplayarak Avrupa Birliği ya da dünyanın herhangi önemli topluluğunu bir araya getirebilir. Ancak İsrail-Türkiye ikilisi bölgede hiçbir ülkeyi bir araya getiremez. Böylesi bir ittifak bölgede hiçbir gerçek ve adil ilişki kuramaz; çözüme öncülük edemez.

Türkiye, henüz nereye evrileceği şüpheli olan, Afgan gailesine bulaşmaya niyet etmek yerine, etkileneceği ve etkileyeceği mutlak olan Ortadoğu'daki gelişmelerle ilgilenmesi yarınlarımız açısından çok daha önemli.

Yarınki zirve, katılımcılar açısından fırtına öncesi sukuneti hatırlatıyor. Bir şekilde Amerikan müdahalesinin etkileri, Irak'ın geleceği aslında katılan ülke yöneticilerinin/saltanatlarının kendi geleceklerini gösteren bir ayna gibi baktıkları kesin. Filistin konusunda ne kadar büyük irade koyabilirlerse bölgenin geleceğine o kadar belirleyici olabileceklerinin farkındalar. Hem uluslar arası dengeler hem kendi siyasi meşruiyetleri açısından.


26 Mart 2002
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED